14 MAYIS’IN DEMOKRASİ TARİHİNDEKİ
YERİ
Doç. Dr. Fahri SAKAL
II. Meşrutiyet Devrinde onlarca
parti ve dernek faaliyette olduğu halde, Cumhuriyet Türkiyesi’nde rejiminin
1945’e kadar tek parti (CHP) ve tek dernek (Halk Evleri) sistemiyle geldiğini
biliyoruz. II. Dünya Harbi’nin bitiminde Stalin’in saldırgan tavır ve
taleplerinin de etkisiyle Batı’ya yaklaşmaya çalışan Türkiye’de Batı demokrasilerinin
vazgeçilmezlerinden olan çok partililik, sivil toplum, özel sektör ve dini
eğitimin serbestleştirilmesi gibi hususlar gündeme getirilmişti. Demokrat
Parti’nin de bu dönemde kurulduğu bilinmektedir. Ancak bu yeni partinin bazı
hürriyetçi ve demokrat talepleri, tek parti devrinde sistemin bütün hücrelerine
kadar nüfuz etmiş olan CHP kadrolarının pek hoşlarına gitmemiş ve olay, iki
parti arasında bazı sürtüşmelere yol açmıştı.
Bu durumda CHP alt kadroları
devlet gücünü kullanarak DP’yi kapatmayı teklif ederken, başta İsmet İnönü
olmak üzere üst yöneticiler, demokrasilerde bu işlerin normal olduğunu ifade
ederek, partililerine “bunlara alışmaları” gerektiğini her fırsatta söylüyordu.
Böylece yukarıdan yüz bulamayan CHP alt kadroları, kendilerine çekidüzen
vermeleri gerektiğini anladılar. Partililer tek parti dönemi boyunca birçok
arkadaşlarınca yapılan ve 1949 yılına kadar hiçbir yere ihbar etmedikleri çok
sayıda yolsuzluğu ihbara başladılar. Açıkça “bu yolsuz insanlarla seçime
girersek kazanamayız.” diyerek üst makamları uyarıyorlardı. Netice olarak
partililer kirli çamaşırlarından kurtulmaya başlamışlardı. Böylece siyasete
yeni bir anlayış gelmiş ve temiz kadrolar isteği güçlenmişti.
Çok partili rejimin diğer bir yararı
da partilere dinamizm getirmesidir. Mesela tek parti döneminde CHP yöneticileri
propaganda için halka hiç gitmezlerdi. Zira yarışacakları bir rakip yoktu ve
milletvekillerini seçen “müntehibi sani” denen ikinci seçmenler zaten
partililerden oluşuyordu. Seçim döneminde nadiren yapılan propaganda
toplantıları salonlarda yapılır ve daha çok Halkevleri ve parti üyelerine hitab
edilirdi. Bu toplantılarda ülkenin kalkınması için veya halkın refahına yönelik
hiçbir vaad yapılmazdı. Örnek olarak CHP’ de Genel Başkan vekili, başbakanlık
ve içişleri bakanlığı yapmış olan Hilmi Uran, Antep ve Urfa’da propaganda
amaçlı konuşmalar yapmış ve halka hiçbir şey vaad etmemiştir. Üstelik bu
konuşmalarında “çeşitli partiler rejiminin” partisine iyi geldiğini,
partililerin davalarına artık dört elle sarıldığını da itiraf etmişti. Nitekim
1950 Seçimi öncesinde ilk defa memleketi dolaşarak bizzat İsmet Paşa halktan oy
istemiş, halka ihtiyaç ve dileklerini sormuştu. Daha önceki seçim dönemlerinde
İnönü yurt gezilerine çıkar ve devamlı orduevleri ve halkevlerinde subaylara ve
partililere konuşmalar yapar, yani halka hitap etmeye gerek duymaz, vatandaşın
hal ve hatırını sormayı aklına bile getirmezdi.
DP kurulup da iki partili seçim
yarışı başlayınca, Tek Parti iktidarı birçok konuda yenilik ve reformlar yapma
gereğini duymuştu. Bu düzenlemeler, CHP’nin çok partili düzene nasıl
hazırlandığını göstermektedir. Demokrasi terbiyesi için, demokrasinin vatandaşa
neler kazandırdığını gençlere ve bütün halka göstermek için bunlar güzel
örneklerdir. Parti’nin en baskıcı politikacısı Recep Peker bile ensesinde
Demokrat Parti nefesini hissedince bazı reformları planlamıştı. Daha sonraki
Günaltay ilaveleriyle şu reformlar gerçekleştirilmişti:
1-
Doğu’dan sürülmüş olanlar isterlerse tekrar yerlerine
dönebileceklerdi. Hâlbuki o sürgünleri kendileri yapmış ve devamlı sürgünü
savunmuşlardı.
2-
Halktan zorla iane toplanmayacaktı. Halkı ve halkçılığı
şimdi hatırlamışlardı.
3-
Valilerin yetkileri anayasaya göre yeniden
oluşturulacak, vatandaşın hak ve hürriyetlerinin teminat altına alınması için
istinaf mahkemeleri kurulacaktı.(Bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Şimdilerde bu
mahkemelerin AB desteği ile kurulma planlarına, -mail zinciri yoluyla- bazı
subay eşleri Türkiye’nin bölünmesine vesile olacağı bahanesiyle karşı
çıkmaktadırlar.)
4-
Köylülerin kendi okullarını yapma mecburiyetleri
hafifletilecekti.
5-
Sanayi ham maddelerinin halktan zorla toplanmasına son
verilecekti.
6-
1947 Kurultayı’nda din dersleri serbest bırakıldı. Bu
dönemde bazı köylerde artık cenaze yıkayıp namazını kıldıracak dini bilgi ve
beceri sahibi insanlar kalmamıştı. Bunu bizzat Hilmi Uran itiraf etmekteydi.
7-
Üst kademelerin tekelindeki parti meclisinin 40 üyeliği
bütün partililere açılacaktı. Parti içine demokrasi geliyordu.
8-
Parti’de genel başkanca yapılan atamalar delegelerin
seçimine bırakıldı. Bu da parti içi
demokrasi!
9-
Yine Parti’de mutediller hareketi oluştu. Bunlar
muhalefete makul yaklaşıyor, siyasi eleştiriyi ve farklı fikirlerin ülkede
savunulmasını yasaklamaya karşı çıkıyorlardı.
10- Dernek
kurma bu dönemde serbest bırakıldı. Spor kulübü kurmak bile gençler için o
dönemde yasaktı.
11- Kendilerine
muhalif olanlara önceleri her türlü baskıyı yapıp işkence ile vatandaşın bıyıklarını
yolmalarına ve “avamdan kişiler”, “baldırı çıplaklar”, “basit kılıklı adamlar” yakıştırmaları
yapmalarına rağmen, çok partili dönemde bunların da vatandaş olduğunu kabul
ettiler. Cevdet Kerim İncedayı’nın halk için “bizi Hasolar-Memolar seçemez”, Recep
Peker’in de “beni protesto edenler avamdan basit kılıklı adamlar” sözlerini
artık kullanmamayı öğrendiler. (Gerçi hala “bidon kafalı” veya “göbeğini
kaşıyan adam” diyenler var, ama ne yapalım, 2046 seçiminden sonra onlar da demokratikleşerek
halka saygıyı öğrenir!).
12- Yüksek
memurlar da bu dönemde halka saygıyı öğrendi. Artık halkı ciddiye almaya başladılar.
Bazen bir haftada dilekçesini onaylattıramayanlar oluyordu. Memurun halka
tepeden bakıp onu korkutması “devlet mehabetli gerek” diye meşru ve gerekli
görülüyordu.
13- Uzun
zamandır devam eden ve DP’nin eleştirilerine sebep olan İstanbul’daki
sıkıyönetim 1947 de kaldırıldı.
14- Polise mahkeme kararı olmadan tutuklama kararı
veren yasalar değiştirildi. Polis ve asker partili değilse her makamdaki insanı
tutuklayabiliyorlardı. Birecik’te CHP ilçe başkanı, Mustafa Kanlı adlı Halkevi
başkanı ve bir yüzbaşı Fırat kenarında içki içip sağa sola meskun mahalde kurşun
attıkları için ilçe kaymakamı tarafından uyarılmışlar, ancak kendilerini uyaran
kaymakamı hakaretlerle nezarete atmışlardı.
15- “Gizli
oy, açık sayım” rezaletine yol açan saçma kanunlar değiştirilerek çok partili
demokrasiye hazırlık yapıldı.
16- İstiklal
Mahkemeleri kaldırıldı.
17- Seçimlerin
denetimi mahkemelere bu dönemde verildi. Daha önce iktidar partisinin eli
altındaki hükümet memurları ve hatta jandarma seçim denetimi(!) yapıyorlardı.
Mesela 1930 da Serbest Fırka, Belediye Seçimi’ne girme hatasını yapmış(!),
içişleri bakanının emri ile valiler sonuçlara müdahale ederek sonuçları SCF
aleyhine çevirmişlerdi. Yalnız iki ilin valisi “seçim vatandaşın serbest
oylarıyla yapılır, biz oylara saygılıyız” anlayışıyla hareket ederek sonuçlara
müdahale etmemiş ve o iki ilde seçimi SCF kazanmıştı. Bu iller Samsun ve
Silifke idi. Samsun Valisi görevden alındı, Silifke ise ilçe yapıldı.
18- Gerçekleştirilecek
reformlar Bayar’a danışılarak yapılıyordu. Bu da iki parti arasında iyi
ilişkileri mümkün kılıyor; o ilişkiler de halka yansıyordu. Yani vatandaşlar
arasında siyasi husumet azalıyordu.
19- Özellikle
Şemseddin Günaltay Hükümeti dini eğitim, basın yayın ve siyasi haklar konusunda
çok liberal açılımlar getirmişti. Okullarda din dersleri, İmam Hatiplerin ve
İlahiyat fakültesinin kurulması hep CHP döneminin ürünleridir. Bu vatandaşın
takdirine mazhar bir politika idi. Yoksa geleneksel tek parti politikası ile
seçime gitselerdi, 1950’de %40 oy alamazlardı. Peker döneminde DP’nin boykot
ettiği seçimlere katılım bile %20 civarında idi ki hepsi CHP’ye herhalde oy
vermiyordu. Yani bu reformlar CHP’nin oylarını en az 20’den 40 oranına
yükseltmişti. Ancak bunları hala bazıları “karşı devrim” diye suçlayarak karşı
çıkmaktadırlar. Halkın ihtiyaçları doğrultusunda reform yapmak “karşı devrim”!
Ülkemin aydınının devrim ve halkçılık anlayışı!
20- Özel
sermayeye yeni faaliyet alanları verildi. Mesela deniz nakliyatı serbest
bırakıldı. Tek parti döneminde özel bir kayığınızla bir şehirden bir şehre
biraz yük taşısanız kayığınız müsadere edilir ve kendiniz de zindanı
boylardınız. Yolu olmayan sarp Karadeniz kıyılarında karadan yük
taşıyamazdınız, denizden de kendi kayığınızla taşımanız yasaktı. Gemisi olan
zaten yoktu. Vatandaşın gemi almaya kalkması “hainlik” sayılırdı.
21- Gazete
kapatma yetkisi hükümetten alınıp mahkemelere verildi.
22- Üniversitelere
idari muhtariyet tanındı.
23- Yol
Vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi ve Varlık Vergisi gibi yüz kızartıcı
uygulamaların yanlışlığı kabul ve bir daha tekrar edilmeyeceği ilan edildi.
24- Basına
yeni ve demokratik haklar verildi.
25- Köylülerin
şehirlere girmesine getirilen yasaklar kaldırıldı ve tekrarlanmayacağı
garantisi verildi.
26- Köylülere
ikinci sınıf ekmek verip memuru karnelerle kayıran uygulama da aynı şekilde
kaldırıldı.
27- İllerde
parti, belediye ve halkevi başkanlığı ve meclis üyelikleri birkaç CHP’li
ailenin tekelinden kurtarıldı. Yasak olmasına rağmen tek parti devrinde bir
kişi birkaç yerde başkan veya idare meclisi üyesi olabiliyordu.
28- Köy
muhtarlığı seçimlerinde de vatandaş sandık güvenliğini sağlayamıyordu. Mersin
Arslanköy’de sandığa sahip çıkan kadınlar Konya’ya cezaevine atılmış ve 11 ay
tutuklu kalmışlardı. Bu uygulamalar da kaldırıldı.
Netice olarak Tek Parti devrinin akıl almaz faşizan
ve totaliter uygulamaları DP’nin bazen baskısı, bazen de anlaşmaları neticesi
verdiği destek ve teşviklerle büyük ölçüde kaldırılmış veya yumuşatılmıştı. Bu
ortamda nihayet 14 Mayıs 1950 tarihinde seçim yapılmış ve demokrasi kültürü yok
sandığımız bu halk kendisini Haso Memo veya bidon kafalı diyenlere dersini
vermişti.
Şu sıralar tarih tekerrür eder gibi. Millete aynı
hakaretler yapılırken hiç olmazsa patronlar tiraj kaybetme korkusuyla olsun
millete hakareti durdurmuyorlar. Ama neylersin, millet de kendisine hakaret eden
yazarların gazetelerini satın almaya berdevamdır.
Türk Tarihi içinde en az bilinen konu demokrasimizin tarihidir.
YanıtlaSil