AZERBAYCAN:
BAĞIMSIZLIKTAN YÜKSELİŞE
Azerbaycan
Oğuz Türkleri ve bazı Kafkas halkları ile meskûn bir ülkedir. Bölgenin
Türkleşmesi Anadolu’dan daha önce gerçekleşmiş; Selçuklular, Timurlular,
Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safavîler ve Osmanlılar ülkede hâkimiyet kurmuşlardır.
Osmanlı-Safavî nüfuz mücadelesi sürerken Nadir Şah’ın zuhuru ile birlikte
Azerbaycan tekrar Avşarların İran’ı hâkimiyetine girmiştir. Zamanla Rusya da
bölgede baskın hale gelince İran, Rusya ve Osmanlılar Azerbaycan topraklarına
güçlerince hakim olmaya çalışmışlardır. Bu dönemde Azerbaycan’da küçük
beylikler halinde hanlık idareleri kurulmuş, hanlıkların kimi Osmanlı’ya kimi
de İran’a yakın dururken, Rusya bu iki devletin arasındaki mezhep rekabeti ve
zayıflıkları neticesi bölgede etkinliğini artırmış ve ilk olarak Gence Hanlığı
Rus egemenliği altına düşmüştür. İlerleyen yıllarda Gülistan (1813) ve
Türkmençayı(1828) antlaşmalarıyla Rusya Kuzey Azerbaycan’a tamamen yerleşmiştir.[1]
1905
Yılında Rusya’da meşrutiyet ilan edilince, Azeriler önce Himmet, bunun
kapatılmasından sonra da Müsavat partisini kurdular. I. Dünya Harbi esnasında
Kafkas İslam Ordusu adı altında oluşturulan birliklerle Osmanlılar Azerbaycan’ın
yardımına koşmuş ve ülke bu dönemde Mehmet Emin Resulzade’nin idaresinde 28
Mayıs 1918 de bağımsızlığını ilan etmiş; hükümeti Fethali Han Hoylu[2]
kurmuştur.[3]
Ancak İngiliz, Rus ve Osmanlı güçleri arasında kalan bu yönetim, Osmanlıların
Mondros Mütarekesi’ni imzalayıp ordularını Azerbaycan’dan çekmek zorunda
kalmasıyla, hangi dış güce yaslanacağını tartışmaya başlamıştı. Bazı Azeriler
bir Rusya’ya bir de İngiltere’ye meyletmek gibi kararsızlıklar gösterirken,
Mehmet Emin Resulzade Azerbaycan Parlamentosunda “Bir kere yükselen bayrak bir daha inmez.”[4]
diyerek o meşhur veciz cümlesini ifade etmiştir.
Kafkasya’da
bu dönemde Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Dağıstan Transkafkasya hükümetleri
adıyla biliniyor ve bunlar Rusya’ya karşı İngiltere güvencesi altına girmeyi istiyorlardı.
Bu da Ankara’da, Sovyetler ile Türkiye arasında yardımlaşmayı engelleyen bir
set oluşması şeklinde yorumlanmış ve Atatürk tarafından “Kafkas milletleri bize sed olmaya karar verdikleri halde harekâtı
taarruziyemizi tevhit için Bolşeviklerle anlaşmak” durumunda kalınacağı
söylenmişti.[5]
Diğer bir ifadeyle Azerbaycan bağımsızlığı Milli Mücadele’de ‘Sovyetlerden
alınacak yardımların önü kesilmesin’ diye istenmemiş, bölgenin Sovyetleşmesine belki gönülsüzce destek
verilmiştir.
Bolşevik
Rusya Azerbaycan'ın bağımsızlığını istemediğinden, Ermenilerin Azerilere yönelik
saldırılarını destekliyordu. Sonunda Ruslarla işbirliği yapan komünist lider
Neriman Nerimanof’un önderliğinde Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
kurulmuş oldu (28 Nisan 1920). Tabii Azerilere baskılar yine sürüyordu. Milli
ve dini kimliklerine sahip çıkan veya bağımsızlık isteyen aydınlar komünist
dönemde daima hapsedildi, sürüldü ve katledildi. Rejim muhaliflerine karşı bu
katliam ve sindirme hareketleri 1924’e kadar devam edecektir. Nihayet 1934
yılında tekrar binlerce aydın öldürülmüş veya sürgüne gönderilmiştir.
1980’lerin
sonlarına doğru yaklaşık 70 yıllık bir “Demirperde” yönetiminden sonra Gorbachov’un
“glasnost” ve “perestroyka” olarak bilinen açılımları üzerine, Sovyet
Cumhuriyetlerinde demokratik talepler başlamıştı. Yeni girilmekte olan iletişim
çağı[6]
insanlığa uydu haberleşmeleri sunmuş, insanlar Demirperde dışındaki dünyayı
çanak antenlerle gizlice izlemeye başlamıştı.[7] Bu
uyanışın etkisiyle talepler bu defa -yetmiş yıldır olduğu gibi- bastırılamamış,
aksine Gorbachov değişimi kendisi başlatmıştı. Gelişmelerden Azerbaycan da etkilenmiş,
16 Temmuz 1989 tarihinde Azerbaycan Halk Cephesi adıyla bir parti oluşmuş ve
liderliğine de Ebulfez Elçibey getirilmişti. Bu akım Elçibey’in Azerbaycan
Cumhurbaşkanı seçilmesiyle başarıya ulaşmıştır.[8]
Ancak
diğer Sovyet Cumhuriyetlerinin bağımsızlığı kısmen sükûnetle karşılanırken Azerbaycan’da
hem iktidar kavgası (Suret Hüseyinov isyanı), hem de Ermenilerin Karabağ’a
saldırısı ve Rus askerlerinin Ermenilere destek vermesi ile başlayan gelişmeler
Elçibey liderliğindeki Azerbaycan'ı epeyce sarsmıştır. Elçibey’in tam bir Türk
Milliyetçisi olması, odasında Türkiyeli bir milliyetçi liderin fotoğrafı
görülmesi ve Türkiye’den ona yardıma giden bazılarının orada mafyavari işlere kalkışmaları da
Elçibey’in elini zayıflatan gelişmelerdi. Kaydedilen milliyetçi eğiliminden
dolayı o dönemde Türkiye ile diyalogunda problemler yaşadığı bilinmektedir. Turgut
Özal’ın ölümünden sonra Süleyman Demirel’in[9]
Cumhurbaşkanı olması ve Erdal İnönü’nün başbakanlığa vekâlet ettiği ve Hikmet
Çetin’in dışişleri bakanı olduğu sıralarda Elçibey Türkiye’den Karabağ’da
kuşatma altındaki Azerileri tahliye edebilmek için iki adet helikopter istemiş,
ancak bu talebi karşılanmamıştır. Bunun üzerine o yörede çok feci katliamlar
yapılmış, özellikle Hocalı katliamı çok hazin travmalara yol açmıştır.
Türkiye'nin bu desteği esirgemesi Elçibey'in sonunu hazırlamıştır. Elçibey
Nahçivan'a çekilirken Haydar Aliyev Bakü'de idareyi ele almıştır.
Haydar
Aliyev başa geçtikten sonra Azerbaycan petrol gücünü ve coğrafi konumunu da kullanarak
batı ve doğu arasında bir “Denge
Siyaseti” gütmüş ve bu esnada Türkiye ile iyi ilişkiler kurmuştur. Azerbaycan
halkının öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere Türkiye’den öğretmen ve ders
araçları gönderildi. Azerbaycan’dan gönderilen öğrenciler Türkiye’nin çeşitli
üniversitelerinde eğitildiler. Türkiye orada 20 kadar resmi özel okul açmıştır.
Siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alandaki ilişkiler giderek daha da
güçlenmektedir.[10]
Bu dönemde istikrar sağlanmış, "Karabağ
Savaşı durdurulmuş ve ülkenin uluslararası kamuoyunun tanıdığı ve önem verdiği
bir aktör olarak varlığı kabul ettirilmiştir. Bu siyaset İham Aliyev döneminde
de sürdürülmektedir. Bu kapsamda, özellikle Batılı ülkelerle Rusya arasında
siyasi ve ekonomik bir denge sağlanmaya çalışılmaktadır…" Menfaatlerini bu
kapsamda belirleyen Azerbaycan yönetimi, bazen dış politikasında değişime gitme
sinyalleri vermiştir. Türkiye ile ilişkilerde bazen soğuma yaşayan Azerbaycan,[11]
Rusya ile yakınlaşmaya gitmiş, diğer taraftan Çin, Japonya, G. Kore ve İsrail
gibi ülkelerle de diyaloga girmiştir.[12]
2000'lere
doğru Azerbaycan’da etkin güce sahip Rus lobisinin ve Ergenekon Terör
Örgütü’nün uzantılarının[13] çalışmalarıyla
Türkiye ile ilişkiler restleşmelere kadar varmıştır. Hatta bu gerilim tarihi dostluğa
sahip iki halkın ayrılığa doğru gittiği yorumlarına sebep olmuştur.[14]
Son dönemde Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinin gerilme sebeplerine bakıldığında
Gürcistan olaylarının ve Ermenistan sınır kapısının açılması teşebbüsünün etkisini
açık şekilde görmek mümkündür. Uzun süredir Rusya ve Türkiye arasında denge
siyaseti yürütmeye çalışan Azerbaycan yönetimi, Rusya’nın bölgedeki hareketliliğinden
olumsuz etkilenmiş ve ister istemez Rusya’nın etkisi altına girmiştir. Bunun
sonucunda Türkiye’ye karsı yürütülen stratejik ortaklık siyasetinde önemli
sayılabilecek bir değişim olmuştur. Türkiye Ermenistan ilişkilerindeki normalleşme
süreci bahane edilerek, Azerbaycan kamuoyunda Türkiye karşıtı propaganda başlatılmış
ve halk nezdinde Türkiye yönetiminin ciddi bir itibar kaybına uğramasına, sebep
olunmuştur. Bu siyasetin yürütülmesinde Rus lobisi ve Türkiye’deki bazı uç
güçlerin Azerbaycan uzantıları aktif rol almıştır. Türk muhalefetinin etkin
katkısıyla, bu tepkiler özellikle Türk hükümetinin yıpratılmasına yönelmiştir.
Türk yönetiminden beklediği ilgiyi göremeyen Azerbaycan muhalefeti ilişkileri
olumsuz yönde etkileyebilecek yayınlar yapmıştır.[15]
Tabii
iki kardeş ülkenin ilişkileri ihtiyaç anında kolayca düzelmektedir. Azerbaycan
bağımsızlığının ilk yıllarında Türkiye, Azerbaycan’ın adeta Batıya açılan bir penceresi
olmuştur. Çeşitli antlaşmalar imzalanarak siyasi, ticari, ekonomik ve kültürel
bakımdan Azerbaycan’ın güçlenmesi için Türkiye elinden geleni yapmıştır.
Eximbank kanalıyla başlangıçta 250 milyon dolarlık kredi açılmış; bunun dışında
önemli miktarda insani yardım yapılmıştır. Türk iş adamlarının ülkeye yatırımı
artık milyarlarca dolara ulaşmıştır. Son yıllarda Azerbaycan'ın ülkemizdeki
yatırımları da artmıştır: Turizmden petrokimya alanına kadar birçok sektörde
yatırıma başlamışlardır. Türkiye üzerinden Azeri Petrol ve doğal gaz geçiş
hatları yapılmakta, Azeri devlet petrol şirketi SOKAR, başta İzmir Aliağa'ya
olmak üzere, Türkiye’de büyük yatırımlar yapmaktadır. Artık iki ülkenin
ilişkileri karşılıklı, eşit, dengeli ve kardeşçe bir çizgiye oturmuş
görülmektedir. Belki çok yakın gelecekte Türkiye'deki en büyük yatırımcı ülke
Azerbaycan olacaktır.
· Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, fahris56@hotmail.com
[1] İhsan Güneş, Türk Cumhuriyetleri, Anadolu
Üniversitesi Yay. s.162.
[2] Azerice
tam yazılışı Feth Ali Han Hoylu, Rusçası Fethali Han Hoyski.
[3] Tadeusz Swietochowski, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycanı
1905-1920, Bağlam Yayınları İstanbul 1988, s. 177-183.
[4] Fahri Sakal, Ağaoğlu Ahmed Bey, Türk Tarih Kurumu
yay. Ankara 1999, s. 28-29; Hüseyin Baykara, Azerbaycan İstiklal Mücadeleleri Tarihi, İstanbul 1975, s. 274-275.
[5] Swietochowski, s. 214-215 (Kazım
Karabekir, İstiklal Harbimiz,
Türkiye Yayınevi, İstanbul 1960, s. 466-467’den naklen).
[6] Bu konuda bakınız: Alvin
Toffler, Üçüncü Dalga, Koridor
Yayıncılık, İstanbul 2008.
[7] Bilindiği kadarıyla ilk olarak
Polonya’da Gdansk Tersanasi işçileri Dayanışma Sendikası lideri Leh Walesa
önderliğinde batı ülkelerinin toplumsal ve ekonomik yapısını gizli çanak
antenlerle izlemişler ve kendi “sosyalist cennetlerini” dış dünya ile karşılaştırma
fırsatı bulmuşlardı.
[8] Nadir Devlet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi (Ek cilt),
Çağ Yayınları, İstanbul 1993, s. 274.
[9] S. Demirel Haydar Aliyev ile
samimi arkadaştırlar.
[10] İ. Güneş, s.166.
[11] Türk Hükümeti’nin Ermenistan
sınır kapısının açılması isteği Azerbaycan’da büyük tepkilere yol açmış, hatta
bu sırada 1918 yılında Azerbaycan için şehit olan askerlerin yattığı “Türk
Şehitliği”ndeki bayraklar da indirilmiştir. Ancak zamanla bu fevri hareketler
yatışmış, hem Ermenistan kapısı açılması –şimdilik- bırakılmış, hem de Azeri
kardeşlerimiz şehitlikteki bayrakları tekrar yerine asmışlardır. Azerilere yeri
gelmişken şunu söylemek gerektir: O şehitler artık bizim değil, Azerbaycan’ın
şehitleridir. Şehitler hıyabanındaki Azeri kardeşleriyle onların
Azerbaycanlılar indinde hiç farkı olmamalıdır.
[12]
Yılmaz, Reha. “Azerbaycan Dış Siyasetinde Bağımsızlık Sonrası Yıllar ve Karabağ
Problemi”, Sosyal Bilimler Araştırmaları
Dergisi. 2, (2010): s, 70-71.
[13] Yeni Şafak, 23.04.2009.
[14] Hürriyet, 29.07.2010.
[15] Yılmaz, s. 83.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder