BİR “BONCUKLU TERLİK” VAKASI VE
TÜRBAN HARBİ
Doç.
Dr. Fahri SAKAL
İçimizde,
Gulliver’ın Seyahatleri’ni okumayan herhalde çok azdır. Orada küçük adamların
yaşadığı bir memleket vardır: Lilliputlar ülkesi. Bu yerde iki toplum
birbirleriyle sürekli geçimsizdir ve olur olmaz, sudan bahanelerle
birbirleriyle savaşırlar. Hatta bazen hiçbir neden yokken yumurtayı ince
ucundan mı kırmalı, kalın tarafından mı, tartışması bu cüceleri savaşın eşiğine
getirir. J. Swift eserinde beşeriyet tarihindeki hoşgörüsüzlükleri çok güzelce
hicvetmiştir. Bazı icraatlar ve fikirler küçük adamlara mahsus hallerdir,
mesajını vermek istemiştir.
Bizde de
benzer muvazenesizlikleri daima görebiliyoruz. Türkistan’da her din değiştirme
olayı kıyafet kavgalarını beraberinde getirmiştir. Mani ve Buda dinlerine giren
Uygurlar, İslam’ı kabul eden Türk boyları, Tanzimat Dönemi’nde sarığın atılıp
fesin gelmesi ve Cumhuriyet’te fesin yerine şapkanın getirilmesi bu kabil
kavgalara yol açmıştır. Birilerini kızdırma pahasına yazalım: Bu kavgalarda bahane
hep bir dinin veya medeni olmanın gereğini yerine getirme isteğidir. Aslında ne
dinle ne de medeniyetle kıyafetin bu kadar bağlantısı yoktur. Evet dinlerin
etki alanında bir kıyafet oluşmuştur, ama bunlarda farz veya sünnet derecesi
çok sınırlı tutulmuştur. Aşırı ahlak ölçülerini zorlamadıktan sonra şöyle veya
böyle giyinmek dinlerin kuralı olmamıştır. Hazreti Muhammed Çin’de veya
Hindistan’da yaşasaydı o yörenin kıyafetini giyecekti. Aynen Arabistan’da
yaşadığı için Arapça konuştuğu gibi o zaman da Çince veya Hint dillerinden
birini, belki Sankstritçe’yi konuşuyor olacaktı. İslam’a göre giyim, İslam’ın
örtünme kurallarını ihlal etmeyen ve başka bir dinin sembol olmuş kıyafetlerini
taklide kalkışmayan kıyafetlerdir.
Aynı
müsamahasızlık medeniyet mübeşşirlerinde de görülmektedir: “Filan kıyafet
batılı ve çağdaştır.” Sahi mi? Bu kadar cahil ve aptal bir görüş taş devrinin
ilkelliğinde bile dile getirilemezdi. Şunu herkes bilsin ki Batı dediğimiz
yerde tarihte Hıristiyanlık inancı ve kıyafeti dışında hiçbir şeye hayat hakkı
tanınmamıştır. Endülüs 800 yıl parlak bir medeniyeti temsil etmiş ve Avrupa’ya
bilim ve medeniyeti öğreten konumda olmasına rağmen, Avrupalılar onların ne
kıyafetlerini ne de başka hiçbir şeylerini yaşatmamışlardır. Sicilya ha keza,
bugünün Balkanları da aynı akıbete doğru ilerliyor.
Avrupa
hasbelkader ilerlemiş olduğu için değerlerini evrensel diye yutturuyor.
Gerçekten evrensel değerleri yok mu? Elbette vardır. Mesela demokrasi,
hürriyet, bilim vs. Onları da insanlıkla ortak inşa etmiştir, onlara sahip olma
yarışında olmalıyız. Ama mıntıka papazı anlamına gelen “rektör”leri, onların
cübbeleri, kollege’leri vs hep kilise ve ruhbanlık kurumunun uzantılarıdır.
Evrensel falan değil düpedüz Hıristiyan kurumlarıdır. Bu kavramları bu sebepten
ötürü kullanmayalım demiyoruz. Ancak kendi tarihi ve dini kökenimizle ilgili
bir şeye hemen saldırıya geçenler, mesela şu kıyafetleri ve sıfatları ile
“rektör”ler, kendilerinin Hıristiyan kurumlarının bir parçası olduklarını acaba
düşünebiliyorlar mı?
Köksüz bir kamu görevlisinin bu konudaki ders verici
bir yanlışını hatırlatarak konuyu aktarmak daha eğitici olacaktır. 1936 yılında
Kütahya’nın Aslanapa beldesinde nahiye müdürü olan zat, Terziler Köyü’ne
akrabası olan bir kadını ziyarete gider. Ziyaret sırasında devletin resmi
imkânlarından faydalanmak için ziyaretine “görev gezisi” süsü verir. Akşam
komşular “müdür bey gelmiş” diye hoş geldin ziyareti yaparlar. Köyün
gençlerinden İsmail isimli birinin başında o yörede terlik denen ve boncukla
işlenmiş bir kavuk veya benzeri bir başlık vardır. Müdür, bütün “mehabetlü,
azametlü ve devletlü” haşmetiyle gencin başındaki terliği alır, yere atar ve
çiğner!!! “Bre inkılâp düşmanı yobaz, sen şapka devrimine karşı mı geliyorsun?”
mantığı ile genci azarlar. İsmail ise yerde müdürün ayakları altında ezilmiş
terliği alır ve inat eseri tekrar başına koyar. Müdür yanındaki askerlere
“yakalayın” emri verince, köyün gençleri İsmail’e sahip çıkar ve onu oradan
kaçırırlar. Tabii ertesi gün Kütahya’dan vali ve merkez bölük komutanı “kuvvetli
bir müfreze ve otomobil ile vaka yerine” intikal etmişlerdir. Devletin bir
sürü askeri ve görevlisi başlarında vali olduğu halde bir boncuklu terlik avına
çıkmışlardır. Kısa zamanda “İsmail ve suç ortakları” civardan toplatılmış, her
zaman olduğu gibi devlet güçleri yine muzafferane bir şekilde “hainleri”
etkisiz hale getirmiştir (31.3.1936).
Bir işgüzar memurun bu haline rağmen, Allahtan
Ankara’da “devlet adamları” vardır. İçişleri bakanı Şükrü Kaya bu nahiye
müdürünün tavrını şöyle anlatmıştır: “vakada nazar-ı itibara alınması lazım
gelen uygunsuzluklardan biri, hatta başlıcası ve vakanın hakiki müsebbibi
doğrudan doğruya Nahiye Müdürü ve onun her haysiyetli adamı isyana sevk edecek
olan akılsızca ve hakaret-amiz hareketidir... Salahiyetlerini suiistimal ederek
halka hakaret ve zulüm ettiğinden dolayı Nahiye Müdürü derhal vekâlet emrine
alınmalı ve hakkında tahkikat yapılarak mahkemeye verilmelidir. Halka ve
memurlara karşı böyle hareket etmiş olan bir idare isyanı eliyle hazırlar.”
Neticede
yargılanan İsmail beraat etmiş, ama bir jakobenin, yani müdürün bu tavrı
maalesef Türk rejiminin alamet-i farikası olmuştur.
Gelelim
Türbana, devletlerin insanların kıyafetleri ile böyle yasaklar getirmesi
ilkelliktir. “Efendim kipa ile veya Nazi üniforması ile gelse” kabul eder
miymişiz? İster onlarla gelsin, ister Hint türbanı ile isterse kimono ile… Bana
ne, sana ne!
Burada iki
tarafın haklı talepleri var. Birinci taraf “inancım gereği giyinmeliyim” diyor.
İslam’daki örtünme konusunu tartışmaya açamazsınız. “Ziynet yerlerinizi örtün”
diyor din. Nereleri kastettiği konusu laik devletin işi değildir. Çünkü laik
devlet bu talebi men ederse laikliği ihlal etmiş olacaktır. Allah aşkına, burada
yasakçı tavrı sürdürenler ne yapıyor anlayamıyorum. Yasakçılığın antidemokratik
olduğu kadar, devleti ateistlerin safına da ittiğini, dolayısıyla din
karşıtlarının safında olmasıyla laikliğe de ters düştüğünü görmüyorlar mı? Bir
kamu görevlisi eteğinizi üç santim uzatın, dese nasıl tepki göstereceğinizi
biliyoruz. İçkinin nelere yol açtığını bilmemize rağmen, zaman zaman bazı
sarhoşların içki yasakları konusundaki tepkilerini görüyoruz. Bir azlık
kamuoyunda ve devlette kadrolaşmış, çokluğa tahakküm ediyor ve buna destek
veren siyasi partiler oy kaybediyor. Bunu görün artık.
Diğer
taraf, “başörtülüler topluma ve devlete hâkim olacak, giyimimize, yaşantımıza
ve sair tercihlerimize tasallut edecek” diye korkuyorlar. Bir kısmı gerçekten
korkuyor, bir kısmı toplumu bu yolla germek ve bundan siyasi bir çıkar elde
etmek istiyor. Bu noktada başörtüsüne özgürlük isteyenlerin bir kusuru var. Bu
korkuyu neden izale etmiyorsunuz? Neden gidermiyor, bu kişilere sizden yarın
bir gün zarar gelmeyeceğini anlatmıyorsunuz? Yoksa “şimdi hak, özgürlük,
demokrasi falan diyelim, fırsatları tam elimize geçirince onların icabına
bakarız” diye mi düşünüyorsunuz?
Böyle
düşünenler az da olsa bulunabilir. Size destek veren demokrat ve liberal
demokrat aydınları da kaybetmemek, hatta onlardan daha fazla destek alabilmek
için bu güvenceyi vermelisiniz. Anayasa, yasalar, yönetmelikler ve her türlü
idari teamüllerde gerekli değişiklikleri yapıp, bu ülkede insanların inandığı
ve tercih ettiği gibi giyinmesinin yanında olacağınızı, inanmayanların da
inanmama ve hatta sizce küfür sayılan tercihlerine saygılı olacağınızı ilan
etmelisiniz. Bunu deklare eder de, yarın işlerin kontrolü tamamen elinize
geçtiğinde sözünüzde durmazsanız, şimdi size destek veren birçok aydının
desteğini kaybedeceğiniz gibi, kendinizi savunacak yeni özgürlük tezlerini
geliştirmekte de çok zorlanır ve inandırıcı olamazsınız. Bu güvenceyi
verirseniz, hem örtünme özgürlüğünüze kavuşursunuz, hem başkaları açılma
özgürlüğünü korur, hem demokrat destekleri yanınızda bulur ve hem de
birilerinin başkalarını sizin üzerinizden korkutup çıkar sağlamasının önüne
geçmiş olursunuz.
Aksi halde,
hem mağdur, hem öcü olma durumunuz sürer gider. Unutmayın karşınızdakiler, bir
başörtü için fırsat bulsalar yeni bir darbe yaptırmaya, ekonomiyi çökertmeye,
hâsılı devlete, topluma ve demokrasiye her türlü zararı vermeye dünden
hazırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder