2 Şubat 2014 Pazar

BİR BONCUKLU TERLİK VAKASI

BİR “BONCUKLU TERLİK” VAKASI VE TÜRBAN HARBİ
Doç. Dr. Fahri SAKAL

İçimizde, Gulliver’ın Seyahatleri’ni okumayan herhalde çok azdır. Orada küçük adamların yaşadığı bir memleket vardır: Lilliputlar ülkesi. Bu yerde iki toplum birbirleriyle sürekli geçimsizdir ve olur olmaz, sudan bahanelerle birbirleriyle savaşırlar. Hatta bazen hiçbir neden yokken yumurtayı ince ucundan mı kırmalı, kalın tarafından mı, tartışması bu cüceleri savaşın eşiğine getirir. J. Swift eserinde beşeriyet tarihindeki hoşgörüsüzlükleri çok güzelce hicvetmiştir. Bazı icraatlar ve fikirler küçük adamlara mahsus hallerdir, mesajını vermek istemiştir.
Bizde de benzer muvazenesizlikleri daima görebiliyoruz. Türkistan’da her din değiştirme olayı kıyafet kavgalarını beraberinde getirmiştir. Mani ve Buda dinlerine giren Uygurlar, İslam’ı kabul eden Türk boyları, Tanzimat Dönemi’nde sarığın atılıp fesin gelmesi ve Cumhuriyet’te fesin yerine şapkanın getirilmesi bu kabil kavgalara yol açmıştır. Birilerini kızdırma pahasına yazalım: Bu kavgalarda bahane hep bir dinin veya medeni olmanın gereğini yerine getirme isteğidir. Aslında ne dinle ne de medeniyetle kıyafetin bu kadar bağlantısı yoktur. Evet dinlerin etki alanında bir kıyafet oluşmuştur, ama bunlarda farz veya sünnet derecesi çok sınırlı tutulmuştur. Aşırı ahlak ölçülerini zorlamadıktan sonra şöyle veya böyle giyinmek dinlerin kuralı olmamıştır. Hazreti Muhammed Çin’de veya Hindistan’da yaşasaydı o yörenin kıyafetini giyecekti. Aynen Arabistan’da yaşadığı için Arapça konuştuğu gibi o zaman da Çince veya Hint dillerinden birini, belki Sankstritçe’yi konuşuyor olacaktı. İslam’a göre giyim, İslam’ın örtünme kurallarını ihlal etmeyen ve başka bir dinin sembol olmuş kıyafetlerini taklide kalkışmayan kıyafetlerdir.
Aynı müsamahasızlık medeniyet mübeşşirlerinde de görülmektedir: “Filan kıyafet batılı ve çağdaştır.” Sahi mi? Bu kadar cahil ve aptal bir görüş taş devrinin ilkelliğinde bile dile getirilemezdi. Şunu herkes bilsin ki Batı dediğimiz yerde tarihte Hıristiyanlık inancı ve kıyafeti dışında hiçbir şeye hayat hakkı tanınmamıştır. Endülüs 800 yıl parlak bir medeniyeti temsil etmiş ve Avrupa’ya bilim ve medeniyeti öğreten konumda olmasına rağmen, Avrupalılar onların ne kıyafetlerini ne de başka hiçbir şeylerini yaşatmamışlardır. Sicilya ha keza, bugünün Balkanları da aynı akıbete doğru ilerliyor.
Avrupa hasbelkader ilerlemiş olduğu için değerlerini evrensel diye yutturuyor. Gerçekten evrensel değerleri yok mu? Elbette vardır. Mesela demokrasi, hürriyet, bilim vs. Onları da insanlıkla ortak inşa etmiştir, onlara sahip olma yarışında olmalıyız. Ama mıntıka papazı anlamına gelen “rektör”leri, onların cübbeleri, kollege’leri vs hep kilise ve ruhbanlık kurumunun uzantılarıdır. Evrensel falan değil düpedüz Hıristiyan kurumlarıdır. Bu kavramları bu sebepten ötürü kullanmayalım demiyoruz. Ancak kendi tarihi ve dini kökenimizle ilgili bir şeye hemen saldırıya geçenler, mesela şu kıyafetleri ve sıfatları ile “rektör”ler, kendilerinin Hıristiyan kurumlarının bir parçası olduklarını acaba düşünebiliyorlar mı?
Köksüz bir kamu görevlisinin bu konudaki ders verici bir yanlışını hatırlatarak konuyu aktarmak daha eğitici olacaktır. 1936 yılında Kütahya’nın Aslanapa beldesinde nahiye müdürü olan zat, Terziler Köyü’ne akrabası olan bir kadını ziyarete gider. Ziyaret sırasında devletin resmi imkânlarından faydalanmak için ziyaretine “görev gezisi” süsü verir. Akşam komşular “müdür bey gelmiş” diye hoş geldin ziyareti yaparlar. Köyün gençlerinden İsmail isimli birinin başında o yörede terlik denen ve boncukla işlenmiş bir kavuk veya benzeri bir başlık vardır. Müdür, bütün “mehabetlü, azametlü ve devletlü” haşmetiyle gencin başındaki terliği alır, yere atar ve çiğner!!! “Bre inkılâp düşmanı yobaz, sen şapka devrimine karşı mı geliyorsun?” mantığı ile genci azarlar. İsmail ise yerde müdürün ayakları altında ezilmiş terliği alır ve inat eseri tekrar başına koyar. Müdür yanındaki askerlere “yakalayın” emri verince, köyün gençleri İsmail’e sahip çıkar ve onu oradan kaçırırlar. Tabii ertesi gün Kütahya’dan vali ve merkez bölük komutanı “kuvvetli bir müfreze ve otomobil ile vaka yerine” intikal etmişlerdir. Devletin bir sürü askeri ve görevlisi başlarında vali olduğu halde bir boncuklu terlik avına çıkmışlardır. Kısa zamanda “İsmail ve suç ortakları” civardan toplatılmış, her zaman olduğu gibi devlet güçleri yine muzafferane bir şekilde “hainleri” etkisiz hale getirmiştir (31.3.1936).
Bir işgüzar memurun bu haline rağmen, Allahtan Ankara’da “devlet adamları” vardır. İçişleri bakanı Şükrü Kaya bu nahiye müdürünün tavrını şöyle anlatmıştır: “vakada nazar-ı itibara alınması lazım gelen uygunsuzluklardan biri, hatta başlıcası ve vakanın hakiki müsebbibi doğrudan doğruya Nahiye Müdürü ve onun her haysiyetli adamı isyana sevk edecek olan akılsızca ve hakaret-amiz hareketidir... Salahiyetlerini suiistimal ederek halka hakaret ve zulüm ettiğinden dolayı Nahiye Müdürü derhal vekâlet emrine alınmalı ve hakkında tahkikat yapılarak mahkemeye verilmelidir. Halka ve memurlara karşı böyle hareket etmiş olan bir idare isyanı eliyle hazırlar.”
Neticede yargılanan İsmail beraat etmiş, ama bir jakobenin, yani müdürün bu tavrı maalesef Türk rejiminin alamet-i farikası olmuştur.
Gelelim Türbana, devletlerin insanların kıyafetleri ile böyle yasaklar getirmesi ilkelliktir. “Efendim kipa ile veya Nazi üniforması ile gelse” kabul eder miymişiz? İster onlarla gelsin, ister Hint türbanı ile isterse kimono ile… Bana ne, sana ne!
Burada iki tarafın haklı talepleri var. Birinci taraf “inancım gereği giyinmeliyim” diyor. İslam’daki örtünme konusunu tartışmaya açamazsınız. “Ziynet yerlerinizi örtün” diyor din. Nereleri kastettiği konusu laik devletin işi değildir. Çünkü laik devlet bu talebi men ederse laikliği ihlal etmiş olacaktır. Allah aşkına, burada yasakçı tavrı sürdürenler ne yapıyor anlayamıyorum. Yasakçılığın antidemokratik olduğu kadar, devleti ateistlerin safına da ittiğini, dolayısıyla din karşıtlarının safında olmasıyla laikliğe de ters düştüğünü görmüyorlar mı? Bir kamu görevlisi eteğinizi üç santim uzatın, dese nasıl tepki göstereceğinizi biliyoruz. İçkinin nelere yol açtığını bilmemize rağmen, zaman zaman bazı sarhoşların içki yasakları konusundaki tepkilerini görüyoruz. Bir azlık kamuoyunda ve devlette kadrolaşmış, çokluğa tahakküm ediyor ve buna destek veren siyasi partiler oy kaybediyor. Bunu görün artık.
Diğer taraf, “başörtülüler topluma ve devlete hâkim olacak, giyimimize, yaşantımıza ve sair tercihlerimize tasallut edecek” diye korkuyorlar. Bir kısmı gerçekten korkuyor, bir kısmı toplumu bu yolla germek ve bundan siyasi bir çıkar elde etmek istiyor. Bu noktada başörtüsüne özgürlük isteyenlerin bir kusuru var. Bu korkuyu neden izale etmiyorsunuz? Neden gidermiyor, bu kişilere sizden yarın bir gün zarar gelmeyeceğini anlatmıyorsunuz? Yoksa “şimdi hak, özgürlük, demokrasi falan diyelim, fırsatları tam elimize geçirince onların icabına bakarız” diye mi düşünüyorsunuz? 
Böyle düşünenler az da olsa bulunabilir. Size destek veren demokrat ve liberal demokrat aydınları da kaybetmemek, hatta onlardan daha fazla destek alabilmek için bu güvenceyi vermelisiniz. Anayasa, yasalar, yönetmelikler ve her türlü idari teamüllerde gerekli değişiklikleri yapıp, bu ülkede insanların inandığı ve tercih ettiği gibi giyinmesinin yanında olacağınızı, inanmayanların da inanmama ve hatta sizce küfür sayılan tercihlerine saygılı olacağınızı ilan etmelisiniz. Bunu deklare eder de, yarın işlerin kontrolü tamamen elinize geçtiğinde sözünüzde durmazsanız, şimdi size destek veren birçok aydının desteğini kaybedeceğiniz gibi, kendinizi savunacak yeni özgürlük tezlerini geliştirmekte de çok zorlanır ve inandırıcı olamazsınız. Bu güvenceyi verirseniz, hem örtünme özgürlüğünüze kavuşursunuz, hem başkaları açılma özgürlüğünü korur, hem demokrat destekleri yanınızda bulur ve hem de birilerinin başkalarını sizin üzerinizden korkutup çıkar sağlamasının önüne geçmiş olursunuz.
Aksi halde, hem mağdur, hem öcü olma durumunuz sürer gider. Unutmayın karşınızdakiler, bir başörtü için fırsat bulsalar yeni bir darbe yaptırmaya, ekonomiyi çökertmeye, hâsılı devlete, topluma ve demokrasiye her türlü zararı vermeye dünden hazırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder