BİR GÜRCÜ’NÜN
TÜRK KİMLİĞİ BEYANINDADIR
Doç.Dr. Fahri Sakal
Yargıtay
Başsavcısı Sayın Yalcınkaya’nın AKP’yi kapatma iddianamesinde bir madde
dikkatimi çekti. Kapatma davasını açmayı gerektirdiğini düşündükleri
maddelerden birinde Sayın Başbakan’ın bir sözü delil olarak alınmış.
Osmanlıların Balkan ve Kafkas ülkelerini terk edip Anadolu’ya çekildikleri
dönemde Osmanlı ordularının peşi sıra Türkiye’ye gelen Abaza, Arnavut, Boşnak,
Çerkez, Gürcü, v.s. etnik kimlikli vatandaşlarımızın ortak paydalarının İslam
olduğunu söylemesi iddianameye kapatmayı mucip bir delil diye girivermiş.
Ben, olaya
sadece bir vatandaş olarak tarafım, doğrudan taraf olmaklığım söz konusu
olamaz. Ancak hukukçu değilim… Dolayısıyla yargılama sürecinde yüce mahkemeyi
yanlış yolda etkileyecek bir tasarrufa girmem söz konusu değildir. Ancak ben
bir tarihçiyim ve özellikle “Devlet-i Aliye” nin o toprakları terk ettiği o meşum
yıllarda, Osmanlı ordularının peşine düşüp “Osmanlı mülküne doğru” gelen bir
ailenin ferdi olarak, bahsedilen olayları Türkiye’de iyi bilenlerdenim. O halde
bu konunun kamuoyunda iyi bilinmesi faydalı olacaktır. Belki de yüce
mahkemenin, hatta Sayın Başsavcının bu olayı bir uzmanın görüşlerinden faydalanarak
bilimin yol göstericiliğinde karar vermeleri yanlış yapmalarına engel olacak,
en mütevazı ifade ile adaletin doğru tecellisine katkı sağlayacaktır.
O halde göç
olaylarının sosyal psikolojisini biraz hatırlamakta fayda vardır. Bu insanlar
Osmanlıların ülkelerini fethinden sonraki dönemde, bir İslamlaştırma politikası
gütmediği halde Müslüman olmuş, Balkanların ve Kafkasların kaybedildiği çöküş
yıllarında, köy ve kasabalarında binlerce yıllık topraklarını,
gayrimenkullerini, az ötede duran büyüklerinin mezarlarını ve sair terk
edilmesi çok zor olan hatıralarını bırakarak Anadolu’ya doğru akın akın
gelmişlerdir. Meselenin en can alıcı noktasına gelmiş bulunuyoruz: Bu
insanların hiç birisi Anadili olarak da Türkçe bilmiyordu, ancak Osmanlı
bürokrasisinde görev alanlar veya okullarda az da olsa Türkçe öğrenenler
vardır. Türkçe bilmedikleri halde Osmanlılar onların atayurtlarından çekilirken
bayram etmediler. O yıllarda “ulus devlet” kavramı da yoktu. “Müslüman”
oldukları için “asakir-i İslam” (İslam orduları, Osmanlı orduları) ile beraber
bu tarafı tercih ettiler. Mesela Kafkaslarda Ruslar, girdikleri şehir ve
köylerde Çerkez ve Gürcülerin Türkiye’ye göçünü istememiş; onlara harp
yıllarında verdikleri zayiata mukabil vergi indirimi bile vaat etmişlerdir.
Buna rağmen o insanlar gayrimenkullerini ve binlerce yıllık yurtlarını,
hatıralarını bırakıp etnik bir ayırım yapmayan “Osmanlı”yı tercih etmişlerdir.
Arnavut ve Boşnaklar için de aynı süreç yaşanmış, “mübadele dışı” oldukları
halde, her şeylerini bırakıp bu ülkeye doğru akıp gelmişlerdir.
Sadece gelmekle
kalmadılar. Balkan, I. Dünya ve İstiklal Harplerimizde savaştılar, şehit
oldular, gazi oldular ve madalyalar kazandılar. Geçen hafta sonu Bulancak’ta
Çanakkale Muharebeleri konulu bir konferans verdim. Konferansı bir dernek
organize etmişti ve derneğin yöneticileri bir Gürcü köyündendi. İnsanın kanını
donduran bir gerçeği onlardan öğrendim. Köyleri Çanakkale’de 51 şehit vermiş.
(herhalde bütün I. Dünya Harbi’nin cephelerini kastediyorlardır) Çok mu
diyeceksiniz. Bir köy için çok. Köyden seferberlikte 55 kişi askere çağrılmış,
4 kişi geri dönmüş. O 4 kişiden biri de o konferansı tertip eden derneğin
yöneticisinin babası idi. Bana aynen şöyle söyledi: “Babam Çanakkale’den şehit
olmadan geldi, ama gazi idi ve şakağına saplanmış bir şarapnelle ömür boyu
yaşadı.” Bunu söylerken gayet mütevazı,
ama bir taraftan da gayet mağrur ve mütebessimdi. O zaman etnik kökeni farklı
insanların nasıl milletleştiğini ve Çanakkale gibi, Sarıkamış ve Yemen gibi
yerlerin başlattığı ve Sakarya ile diğer cidallerin bu “milletleşme”ye nasıl
katkı sağladığını daha iyi anladım. Bu insanlar artık Kafkasya’da bir dağın
yamacındaki köylerinde bıraktıkları uzak atalarının mezarını değil, Çanakkale
ve Sakarya gibi yerlerde şehit verdikleri veya oradan gazi olarak dönen, şimdi
köy mezarlığında yatan büyüklerinin mezarlarını bekliyor, o yöreyi “toprağımız”
diye Kafkasya’dan daha çok seviyor.
Okullarda veya
bürokraside Türkçe öğrenen çok küçük bir kısmının dışında hiç biri Türkçe
bilmedikleri halde onları buraya çeken şey acaba neydi? Elbette İslam ve
Osmanlı kimliği idi. O yıllarda Avrupa’da ve Balkanlarda Müslüman olana “Türk
oldu” denmesi de çok manidardır. Yani bu insanlar için Türklük, İslam sayesinde
ortaya çıkan, onun sonucu olan bir kimlik ve aidiyet vakıasıdır. Bu durumda
kendisi de “Türkiye’yi tercih eden” bu göçmenlerden biri olarak Sayın
Başbakan’ın mezkûr sözleri tarihi bir gerçeğin tekrarıdır ki, herkesin bildiği
basit bir gerçektir. O kadar basit bir gerçektir ki, bunun için bir tarihçinin
makale yazması bile gereksizdir. Ama ne yapalım, Türkiye’de biz buna da mecbur
kalıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder