14 Şubat 2014 Cuma


GÖÇ OLGUSU VE TARİH

                                                                                                                          Doç. Dr. Fahri SAKAL·

Tarihi etkileyen ve belli alanlarda ileri veya geri kalışlara sebebiyet veren; belli alanlarda ise toplumdan topluma farklı özelliklere yol açan, -mesela bir toplum ticarette ilerlemişse bir başkası sanat hareketlerinde, bir diğeri askerlik kabiliyetinde ilerlemiş olabilir- çok temel olgular vardır ki bunlara tarihi amiller(etkenler=etmenler) diyoruz. Bu amillerin haliyle bazıları az etkili, bazıları çok, bazıları ise resmen en etkili veya başat faktörler durumundadır. Din, coğrafya ve göçler insanlık tarihinde en etkili amillerin başında gelirler. Dolayısıyla tarihin yapıcı faktörlerinden biridirler ve hem tarih boyunca hem de günümüz dünyasının demografik yapısını oluşturan en belirgin etkendirler. Salt demografik yapının oluşturulmasıyla da kalmamışlar, göçler bugünkü milletlerin oluşumunu da etkilemişlerdir. Devletlerin, dinlerin ve kültürlerin ortaya çıkması ve yayılması da büyük ölçüde göçlerden etkilenmiştir. Tarihte etkili olan diğer amillerin de ya sebebi veya sonucu olarak göçleri görmekteyiz ki, bunu düşününce tarihin belki de en etkili amili göç olgusudur diyebiliriz.

Göçlerin farklı sebepleri olduğunu biliyoruz. Bunlar,
1)      Siyasi ve ideolojik sebeplerden
2)      Askeri sebeplerden
3)      Ekonomik sebeplerden
4)      Dini sebeplerden
5)      Coğrafi sebeplerden
6)      Vs.
Olabilirler.
Göçler tek kişilik olabileceği gibi, aile, akraba veya kabile boyutunda da olabilmektedirler. Hatta daha büyük gruplar ve topluluklar halinde de gerçekleşen göçler görülmüş ve tarihi asıl bunlar etkilemişlerdir. Toplu göçlerde bir kavim ve bir dinin müntesipleri bir yerden başka yere taşınır, dinler ve kültürler böylece yeni bir coğrafya ve yeni bir ahaliyi etkilemiş olurlar. Kısmi göçlerde ise bir yörenin halkı ile başka bir yöre halkı arasında akrabalık kurulabildiği gibi, dini veya fikri yakınlık da oluşur. Bu bilgiler açısından düşününce dünyanın bugünkü nüfus yapısı ve oluşumu göçlerle gerçekleşmiştir diyebiliriz.
Göç kategorisine giren olaylar farklı mahiyet ve adlandırma ile bilinirler. Tanım olarak bir kişi, grup veya topluca bir halkın daimi veya geçici olarak yer değiştirmesine göç diyoruz. Kalıcı göç, geçici göç, mevsimlik göç, dışa göç, içe göç gibi farklı mahiyeti olan göçleri biliyoruz. Göçler genel olarak hicret(emigration) ve muhaceret(immigration) olarak adlandırılanlardır. Ancak tehcir(relocation), sürgün(exile), mecburi iskân, sığınma(asylum), istila(invasion) ve işgal(occupation) gibi olgular da göç çerçevesinde değerlendirilmelidir. Çünkü bunları bazıları doğrudan göç sayılmamakla beraber ya sebep veya sonuç olarak göçleri tetikler veya göçler tarafından zorlanmış icraatlardır. Hatta bazen bir kitlesel göç hareketi başka halkların göçüne veya sürülmesine sebep teşkil etmektedir. Kavimler Göçü denen ve Avrupa beşeri coğrafyasını oluşturan hadise Avrupa’nın eski sakinlerinin hepsinin yer değiştirmesine yol açmış, hatta kıtanın nüfus yoğunluğunu aşırı artırdığından ileriki yıllarda Amerika’ya Avrupalı göçüne de dolaylı olarak yol açmıştır. Görülüyor ki göçler yüzyıllar sonra bile başka göçlerin sebebi olabiliyor.




Dünya Tarihinin Göç Özeti

Ana hatlarıyla dünyanın göç geçmişini şöyle sınıflandırabiliriz:
Mısır: Eski Mısır’da medeniyeti doğuran potansiyel göçlerle Nil Deltası ve vadinin iskânı sayesinde olmuştur. Mısır’a Libya, Nubya(bugünkü Sudan), Akdeniz, Kızıldeniz ve Arabistan taraflarından göçler gelmiş; bu göçler antik Mısır’ı oluşturmuştur. Göçler olmasaydı Firavunların saltanat sürmelerine hizmet edecek ve o devasa piramitleri inşa edecek potansiyel Mısır’da hiçbir zaman bulunmayacaktı. Çölün ortasındaki bir ülkede nüfus yoğunluğu oluşması için başka hiçbir yeterli açıklama bulamıyoruz. Sonra İran, Yunanistan-Makedonya ve Roma üzerinden gelen istilacılar bu medeniyeti ortadan kaldırmıştır. Ama sürekli göç alan ve insan kaynaklarını güçlendiren Mısır tarihin en istikrarlı medeniyetine sahne olmuş ve 3000 yıl kesintisiz yaşayabilmiş, sonu da yine göçlerden etkilenerek gelmiştir.
Mezopotamya: Çevre ve uzak ülkelerden hem göç hem de istila ve işgale maruz kalmıştır. Bu bölgede göçten etkilenme Mısır’a göre daha belirgindir. En eski sakinleri belki Samilerdir ve Arabistan yarımadasından kuzeye doğru gelmiş ve iki nehir arası münbit ovayı iskâna başlamışlardır. Bunlardan sonra Sümerler gelmişlerdir ki, Ortaasya kökenli oldukları bilinmektedir. Tabii olarak Ortaasyalılar gelene kadar İran ve Afganistan yörelerinin kurak çöllerinden de insanların bu verimli coğrafyaya akıp geldiklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Sümerlerden sonra Sami göçü bölgeye devam etmiş, bildiğimiz eskiçağ Ortadoğu’sunun nüfus yapısı oluşmuştur. Bu göçlerin kazandırdığı nüfustur ki, Babil’i, asma bahçelerini ve kulesini inşa edecek zenginliği kazandırmışlardır.
Anadolu: Deniz Kavimleri göçleri ve bilinmeyen erken dönem göçleri ile iskâna açılmış, Ege ve Yunan Göçleri ile ve Türk göçleri ile nüfus yapısı oluşmuş, en nihayet Osmanlının son ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında göç, sürgün, mübadele ve tehcirlerle bugünkü yapısına kavuşmuştur. Anadolu coğrafyası küçük beyliklerin Türkiye Cumhuriyeti’nin dışında 33 devlete vatan olmuş ve bunların en fazla üç adedi bir halk tarafından kurulmuştur. Diğer bir ifade ile onlarca halk Anadolu’da 34 devletin kurucusudurlar. Adeta göçen kavimlerin menzil yeri gibi bir yerdir Anadolu. Bunun sonucunda Anadolu insanlarının genleri büyük ölçüde değişmiş ve ülkede Ortaasya insanlarının genleri yüzde 3,5 ile yüzde 18-20 oranlarına inmiştir.[1]
Ayrıca Anadolu’ya gelen Türkler bu kavimler uğrak yerinde farklı kültürlerin birikimlerini bulmuş, Ortaasya’da çadırdan başka bir şey yapmayan atalarımız kısa zamanda Albert Gabriel’i hayran bıraktıran Selçuklu sanatını inşa etmişlerdir. Diğer bir ifadeyle bu deha Türk ve Anadolu yerlilerinin buluşması ile oluşmuş bir ortak değerdir; göçlerin sonucudur. Anadolu göçlerinin sonuncusu olan Rumeli’den Anadolu’ya göçler ve Mübadele sonucunda da Rumeli Türkleri arasında gelişmiş dört tekerli at arabası meydan fırını ve bazı yemek pişirme teknikleri, bazı tarım teknikleri Anadolu’ya taşınmıştır.[2] Kendilerini çok kültürlü gören Avrupalılar bile bugün Anadolu’dan giden “barbar ve cahil” Türk işçilerinden kebap, döner ve köfte vs. öğrenmediler mi? Görülüyor ki göçler tarihin en dinamik amilidir; uyuyan ve uyuşan insanlığa akupunktur iğnesi etkisi yapmışlardır.
Hind Kıtası: Göç(iç ve dış istikamette), istila, işgal ve benzeri halk hareketlerini en yoğun yaşayan ülkelerden biri de Hindistan’dır. Adeta dünya nüfus coğrafyasını oluşturan kaynak nüfus havzası durumundadır. Eski Hind dilleri batı dillerini bile etkilemiştir. Bu göçler esnasında Aryanlar ve Dravidler başta olmak üzere ana ırklar bile birbiriyle sonuna kadar karışmışlardır. Bugün Hind Avrupa veya İndo İranien kavimler denirken bu göç realitesi kastedilmekte, Hintlilerle Avrupalıların akrabalığı göçlere dayanmaktadır.
Çin: Daima ve çok miktarda göç alan bir coğrafyadır. İçine çektiği halkları asimile ederek bugünkü devasa nüfus yapısına ulaşmıştır. Bugünkü Çin, göçlerin yarattığı bir devdir. Ortaasya’dan Tibet’ten, Moğolistan ve Sibirya’dan göç aldığı gibi Çin Hindi bölgesindeki insanları da cezb etmiştir. Türkistan coğrafyasının, yani atalarımızın Çin’e göçleri yerli yabancı tarihçilerin kabul ettiği bir vakıadır.
Ortaasya: En çok göç veren bir coğrafyadır. Tarihçi Grousset’ye göre bu bölge adeta bir “kavimler döl yatağı”[3] durumundadır. Kavimlerin doğduğu bir ana rahmidir ve dünyayı insanlıkla dolduran bir mahiyeti vardır. Tarih yapan göç ve istilaların, işgallerin mekânıdır bozkırlar. Hem Türkler, hem de başta Cermenler olmak üzere birçok Avrupalı soylar buradan dünyaya yayılmışlardır. Ortaasya kendi içinde de devamlı göçlere sahne olan bir yerdir. Türkçede yazlak[4], yaylak, güzlek ve kışlak kelimeleri dört mevsimde dört ayrı yere göç edildiğini göstermektedir. Sık sık yer değiştiren bozkırlılar, iskân ettikleri yörelerde insan ve hayvan dışkılarıyla çevrenin kirlenmesi ve mikropların üremelerine, dolayısıyla bulaşıcı hastalıklara maruz kalmadan yer değiştirdikleri için nüfusları artmış ve diğer coğrafyalara taze kan takviyesi yapabilmiştir.
Avrupa: Hem göç alan, hem de göç veren bir kıtadır. Aryanik göçlerle başlayan kıtanın göç tarihi, Kavimler Göçü ve Yeni Dünya’ya yapılan kolonizasyon amaçlı göçlerle devam etmiş, günümüzde de iş bulma veya sığınma amaçlı göçlerin hedef kıtasıdır. Avrupa nüfus yapısı büyük ölçüde Asya’dan, kısmen de Afrika’dan beslenmiş, ama son 500 yılda nerede ise bütün ülke ve kıtalara Avrupa’dan göçlerle kolonizasyon, sömürgecilik ve iskan olayları yaşanmıştır.
Amerika: Önce Ural Altaylıların Bering boğazı üzerinden göçüne, sonra Avrupalıların kolonize göçlerine sahne olmuş, sonra siyahî Afrikalıların sürgün ve mecburi iskânına ve nihayet Asyalıların iş bulma amaçlı göçlerine sahne olmuş bir kıtadır. Demografik yapısı son 500 yılda eski yerlilerinin soykırıma uğratılıp yeni göçlerle iskân edilmesi ile oluşmuş bir “yenidünya”dır. Diğer bir ifadeyle göçlerin şekil verdiği bir kıta ve bir siyasi coğrafyadır Amerika.
Afrika: Göç ve sürgünlerle nüfus kaybeden ve Amerika’nın siyahî kesimini oluşturan ana kıtadır. 2000 yıl boyunca köle olarak insanları kıta dışına sürülmüş ve satılmıştır. Bu yönüyle insanlığın en mazlum kıtasıdır. Ayrıca insanlığın bu kıtada türediği ve buradan dünyaya yayıldığı hem antik çağ uzmanları hem de gen bilimi ile meşgul olanlarca iddia edilmektedir. Afrika göç vererek dünyayı iskân etmiş kıta sayıldığına göre, göçlerin dünya demografisini nasıl oluşturduğunun en bariz ve ilginç sonuçlarını burada görmekteyiz.
Okyanusya: Kaderi Amerika’ya benzeyen bu adalar kıtası beyaz göçlerle iskân edildikten sonra yerlileri büyük ölçüde asimilasyon ve soykırım yoluyla yok edilmiş, bu insanlar bugün kendi kıtalarında azınlık ve kültürlerini muhafaza edemeyen insanlar durumuna düşmüşlerdir. Burası da adeta göçlerin yarattığı bir kıtadır, diyebiliriz.

Dünya Tarihi ve Medeniyetine Göçlerin Etkileri:
Göçler yoluyla insanlık bütün değerlerini gittiği yere taşımış ve farklı değerlerin taşınması yoluyla kültürel ve medeni zenginlik artmıştır. Adetler, gelenekler, inançlar, buluşlar, bilimsel ve kültürel birikimler, sanat ve estetik kültür ve zevki, ekonomik değerler ve varlıklar, soyları taşıyan genler ve akla gelmeyen burada sayılamayacak kadar çok değer bir yerden bir yere, bir halktan diğer bir halka taşınmıştır.
Göçler yoluyla insanlığın birikimi tarihöncesi çağlardan beri toplumdan topluma taşınmıştır. Göç özetinde anlatılan olaylar sayesinde Hindistan’daki bazı dillerle Avrupalı dillerin kardeşliği gösterildiğine göre, daha kolay değiş tokuşu yapılan gündelik kullanımdaki keşifler ve icatlar nasıl tolumdan topluma taşınmıştır? Mesela milattan 3300 yıl öncelerinin Mezopotamya Sümer çanak çömlekleri 3000 de İran yaylasına, 2500 de Ortaasya’nın batısına 2300 de Çin Türkistan’ı veya Ordos ve Kansu bölgesine 2000’lerde Çin’e ulaşmıştır. Ancak bu coğrafya dışarıdan devamlı göç aldığından nüfusu aşırı artmış ve istilalarla hiç kesintiye uğramadan kültürünü asırlarca ilerletip milattan sonraki binli yıllardan itibaren bu bahsedilen Mezopotamya Sümer sanatını dünyaya Çini (China) porselen adıyla sunmuştur. Bu sanatı Mezopotamya’da başlatan insanlar da o topraklara ya Ortaasya’dan, İran’da veya Arap çöllerinden gelmiştir. Nereden nereye denecek bir durum.
Aynı şekilde bir Kamlık- Şamanizm dini terimi olan bakşı kelimesi Çin kökenli olmasına rağmen Türkçe, Moğolca, Tibetçe ve diğer Asya dillerine geçtiği gibi Arapça, Farsça, Rusça, Macarca, Almanca; Fince, İngilizce ve Fransızca gibi daha nice dillere girmiştir.[5] Bu etkileşimlerin en büyük aracı göçtür, zira o yıllarda ne basın yayın ne de diğer kitle iletişim araçları vardı. Bir halk bir şeyi icad eder, geliştirir ve kullanır. O icadın başka toplumlara geçmesi için bir göç veya başka adlar altında insan(lar) bir yerden diğer yere gitmeli ve icatlarını taşımalıdır.
Göçler sonucunda insanlık yeni tarım ürünleri ve meyvelerle da tanıştılar. Tütün gibi bir baş belasından tutunuz da domates, patates, mısır, turunçgiller ve diğer tropikal ürünler hepsi coğrafi keşifler sonrası göçlerle dünyaya yayılmışlardır. Bunlar olmasa bugün aç kalmazsak bile kesinlikle daha yetersiz, dengesiz ve pahalı besleniyor olurduk. Bu da neler kaybedeceğimizi gösteriyor, meselenin önemini ortaya koyuyor.
Göçler insanlığın harmanlanmasını ve tam karışmasını sağlayan en temel olgudur. Sosyolojik olarak insanlığın oluşumunu göçlerden daha çok etkileyecek hiçbir olay mümkün değildir. Herhalde göçsüz bir dünya tahayyül edilseydi dünyada on binlerce ırk, kültürleri ve fiziki görünüşleriyle birbirlerinden farklı olarak varlıklarını sürdürür ve bugünküne oranla daha yabancı, içine kapalı, ırk ve gen safiyetine sahip, dolayısıyla tek gen yapısının taşıdığı mahzurlar yüzünden hastalıklara daha dirençsiz bir insanlık söz konusu olacaktı. Ayrıca genlerin yeterli karışmadığı bir dünyada yeterli ileri seviyede gen bilimine sahip güçler bazı toplumların genlerine, yani o toplumlara savaş açabileceklerdi. Genlerimizde taşıdığımız eksiklikler ve zafiyetler “düşman” eline geçince neler olabilir? Bunu yakın zamanda konunun uzmanlarıyla tartışmaya başlayacağız. Göçler olmasaydı genlerimiz daha zayıf ve korunaksız olacaklardı. Bugün ABD de bile Türk geni[6] taşıyan insanlardan bahsedildiğine göre kimsenin genlerine karşı topyekûn bir biyolojik savaşın açılamayacağı aşikârdır.








· Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen Ed. Fak. Tarih Bölümü fahris56@hotmail.com
[1] http://www.milliyet.com.tr/2005/05/16/guncel/agun.html.   Gen araştırmaları yüzde 3,5 ile 18 arasında Ortaasya geni göstermekte ise de, Ortaasya’da saf Türk geni olduğundan hareket edemeyiz. Zira karışım ta orada başlamış olmalıdır. En azından yakın halklarla karışma tarihi realitelere de uymaktadır.
[2] Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi Sosyal Ekonomik ve Kültürel Temeller, Afa Yay.İst. 1996, s. 103.
[3] René Grousset, Bozkır İmparatorluğu, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1980, s.18
[4] Yaz, yay, güz ve kış eski Türkçede mevsim adlarıdır ve yaz(ilkbahar) yay(şimdiki yaz mevsimi) adlarında anlam değişmesi olmuştur. Yazlak demek yaz, yani ilkbaharda göçebenin gidip konduğu yer demektir. Yaylak (şimdi yayla olmuş) yay, yani şimdiki yaz mevsiminde gidip konulan yerdir.
[5] Julius Nemeth, “Das Wolga-Bulgarische Wort baqşi ‘gelehrter Herr’ in Ungarn”  İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C.V, (1973) Cüz. 1-4, İst. 1973, s. 165-170.
[6] Meluncanları kastediyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder