GÖÇ OLGUSU VE TARİH
Doç. Dr. Fahri SAKAL·
Tarihi
etkileyen ve belli alanlarda ileri veya geri kalışlara sebebiyet veren; belli
alanlarda ise toplumdan topluma farklı özelliklere yol açan, -mesela bir toplum
ticarette ilerlemişse bir başkası sanat hareketlerinde, bir diğeri askerlik
kabiliyetinde ilerlemiş olabilir- çok temel olgular vardır ki bunlara tarihi
amiller(etkenler=etmenler) diyoruz. Bu amillerin haliyle bazıları az etkili,
bazıları çok, bazıları ise resmen en etkili veya başat faktörler durumundadır.
Din, coğrafya ve göçler insanlık tarihinde en etkili amillerin başında
gelirler. Dolayısıyla tarihin yapıcı faktörlerinden biridirler ve hem tarih
boyunca hem de günümüz dünyasının demografik yapısını oluşturan en belirgin
etkendirler. Salt demografik yapının oluşturulmasıyla da kalmamışlar, göçler
bugünkü milletlerin oluşumunu da etkilemişlerdir. Devletlerin, dinlerin ve
kültürlerin ortaya çıkması ve yayılması da büyük ölçüde göçlerden etkilenmiştir.
Tarihte etkili olan diğer amillerin de ya sebebi veya sonucu olarak göçleri
görmekteyiz ki, bunu düşününce tarihin belki de en etkili amili göç olgusudur
diyebiliriz.
Göçlerin farklı sebepleri olduğunu
biliyoruz. Bunlar,
1) Siyasi
ve ideolojik sebeplerden
2) Askeri
sebeplerden
3) Ekonomik
sebeplerden
4) Dini
sebeplerden
5) Coğrafi
sebeplerden
6) Vs.
Olabilirler.
Göçler tek kişilik olabileceği
gibi, aile, akraba veya kabile boyutunda da olabilmektedirler. Hatta daha büyük
gruplar ve topluluklar halinde de gerçekleşen göçler görülmüş ve tarihi asıl
bunlar etkilemişlerdir. Toplu göçlerde bir kavim ve bir dinin müntesipleri bir
yerden başka yere taşınır, dinler ve kültürler böylece yeni bir coğrafya ve
yeni bir ahaliyi etkilemiş olurlar. Kısmi göçlerde ise bir yörenin halkı ile
başka bir yöre halkı arasında akrabalık kurulabildiği gibi, dini veya fikri
yakınlık da oluşur. Bu bilgiler açısından düşününce dünyanın bugünkü nüfus
yapısı ve oluşumu göçlerle gerçekleşmiştir diyebiliriz.
Göç kategorisine giren olaylar
farklı mahiyet ve adlandırma ile bilinirler. Tanım olarak bir kişi, grup veya
topluca bir halkın daimi veya geçici olarak yer değiştirmesine göç diyoruz.
Kalıcı göç, geçici göç, mevsimlik göç, dışa göç, içe göç gibi farklı mahiyeti
olan göçleri biliyoruz. Göçler genel olarak hicret(emigration) ve
muhaceret(immigration) olarak adlandırılanlardır. Ancak tehcir(relocation),
sürgün(exile), mecburi iskân, sığınma(asylum), istila(invasion) ve işgal(occupation)
gibi olgular da göç çerçevesinde değerlendirilmelidir. Çünkü bunları bazıları
doğrudan göç sayılmamakla beraber ya sebep veya sonuç olarak göçleri tetikler
veya göçler tarafından zorlanmış icraatlardır. Hatta bazen bir kitlesel göç
hareketi başka halkların göçüne veya sürülmesine sebep teşkil etmektedir.
Kavimler Göçü denen ve Avrupa beşeri coğrafyasını oluşturan hadise Avrupa’nın
eski sakinlerinin hepsinin yer değiştirmesine yol açmış, hatta kıtanın nüfus
yoğunluğunu aşırı artırdığından ileriki yıllarda Amerika’ya Avrupalı göçüne de
dolaylı olarak yol açmıştır. Görülüyor ki göçler yüzyıllar sonra bile başka
göçlerin sebebi olabiliyor.
Dünya Tarihinin Göç Özeti
Ana hatlarıyla dünyanın göç
geçmişini şöyle sınıflandırabiliriz:
Mısır: Eski Mısır’da medeniyeti
doğuran potansiyel göçlerle Nil Deltası ve vadinin iskânı sayesinde olmuştur.
Mısır’a Libya, Nubya(bugünkü Sudan), Akdeniz, Kızıldeniz ve Arabistan
taraflarından göçler gelmiş; bu göçler antik Mısır’ı oluşturmuştur. Göçler
olmasaydı Firavunların saltanat sürmelerine hizmet edecek ve o devasa
piramitleri inşa edecek potansiyel Mısır’da hiçbir zaman bulunmayacaktı. Çölün
ortasındaki bir ülkede nüfus yoğunluğu oluşması için başka hiçbir yeterli
açıklama bulamıyoruz. Sonra İran, Yunanistan-Makedonya ve Roma üzerinden gelen
istilacılar bu medeniyeti ortadan kaldırmıştır. Ama sürekli göç alan ve insan
kaynaklarını güçlendiren Mısır tarihin en istikrarlı medeniyetine sahne olmuş
ve 3000 yıl kesintisiz yaşayabilmiş, sonu da yine göçlerden etkilenerek
gelmiştir.
Mezopotamya: Çevre ve uzak
ülkelerden hem göç hem de istila ve işgale maruz kalmıştır. Bu bölgede göçten
etkilenme Mısır’a göre daha belirgindir. En eski sakinleri belki Samilerdir ve
Arabistan yarımadasından kuzeye doğru gelmiş ve iki nehir arası münbit ovayı
iskâna başlamışlardır. Bunlardan sonra Sümerler gelmişlerdir ki, Ortaasya
kökenli oldukları bilinmektedir. Tabii olarak Ortaasyalılar gelene kadar İran
ve Afganistan yörelerinin kurak çöllerinden de insanların bu verimli coğrafyaya
akıp geldiklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Sümerlerden sonra Sami göçü
bölgeye devam etmiş, bildiğimiz eskiçağ Ortadoğu’sunun nüfus yapısı oluşmuştur.
Bu göçlerin kazandırdığı nüfustur ki, Babil’i, asma bahçelerini ve kulesini
inşa edecek zenginliği kazandırmışlardır.
Anadolu: Deniz Kavimleri göçleri
ve bilinmeyen erken dönem göçleri ile iskâna açılmış, Ege ve Yunan Göçleri ile
ve Türk göçleri ile nüfus yapısı oluşmuş, en nihayet Osmanlının son ve
Cumhuriyet’in ilk yıllarında göç, sürgün, mübadele ve tehcirlerle bugünkü
yapısına kavuşmuştur. Anadolu coğrafyası küçük beyliklerin Türkiye
Cumhuriyeti’nin dışında 33 devlete vatan olmuş ve bunların en fazla üç adedi
bir halk tarafından kurulmuştur. Diğer bir ifade ile onlarca halk Anadolu’da 34
devletin kurucusudurlar. Adeta göçen kavimlerin menzil yeri gibi bir yerdir
Anadolu. Bunun sonucunda Anadolu insanlarının genleri büyük ölçüde değişmiş ve
ülkede Ortaasya insanlarının genleri yüzde 3,5 ile yüzde 18-20 oranlarına
inmiştir.[1]
Ayrıca Anadolu’ya gelen Türkler
bu kavimler uğrak yerinde farklı kültürlerin birikimlerini bulmuş, Ortaasya’da
çadırdan başka bir şey yapmayan atalarımız kısa zamanda Albert Gabriel’i hayran
bıraktıran Selçuklu sanatını inşa etmişlerdir. Diğer bir ifadeyle bu deha Türk
ve Anadolu yerlilerinin buluşması ile oluşmuş bir ortak değerdir; göçlerin
sonucudur. Anadolu göçlerinin sonuncusu olan Rumeli’den Anadolu’ya göçler ve
Mübadele sonucunda da Rumeli Türkleri arasında gelişmiş dört tekerli at arabası
meydan fırını ve bazı yemek pişirme teknikleri, bazı tarım teknikleri
Anadolu’ya taşınmıştır.[2] Kendilerini
çok kültürlü gören Avrupalılar bile bugün Anadolu’dan giden “barbar ve cahil”
Türk işçilerinden kebap, döner ve köfte vs. öğrenmediler mi? Görülüyor ki
göçler tarihin en dinamik amilidir; uyuyan ve uyuşan insanlığa akupunktur
iğnesi etkisi yapmışlardır.
Hind Kıtası: Göç(iç ve dış
istikamette), istila, işgal ve benzeri halk hareketlerini en yoğun yaşayan
ülkelerden biri de Hindistan’dır. Adeta dünya nüfus coğrafyasını oluşturan
kaynak nüfus havzası durumundadır. Eski Hind dilleri batı dillerini bile
etkilemiştir. Bu göçler esnasında Aryanlar ve Dravidler başta olmak üzere ana
ırklar bile birbiriyle sonuna kadar karışmışlardır. Bugün Hind Avrupa veya İndo
İranien kavimler denirken bu göç realitesi kastedilmekte, Hintlilerle
Avrupalıların akrabalığı göçlere dayanmaktadır.
Çin: Daima ve çok miktarda göç
alan bir coğrafyadır. İçine çektiği halkları asimile ederek bugünkü devasa
nüfus yapısına ulaşmıştır. Bugünkü Çin, göçlerin yarattığı bir devdir.
Ortaasya’dan Tibet’ten, Moğolistan ve Sibirya’dan göç aldığı gibi Çin Hindi
bölgesindeki insanları da cezb etmiştir. Türkistan coğrafyasının, yani
atalarımızın Çin’e göçleri yerli yabancı tarihçilerin kabul ettiği bir
vakıadır.
Ortaasya: En çok göç veren bir
coğrafyadır. Tarihçi Grousset’ye göre bu bölge adeta bir “kavimler döl yatağı”[3]
durumundadır. Kavimlerin doğduğu bir ana rahmidir ve dünyayı insanlıkla
dolduran bir mahiyeti vardır. Tarih yapan göç ve istilaların, işgallerin mekânıdır
bozkırlar. Hem Türkler, hem de başta Cermenler olmak üzere birçok Avrupalı
soylar buradan dünyaya yayılmışlardır. Ortaasya kendi içinde de devamlı göçlere
sahne olan bir yerdir. Türkçede yazlak[4],
yaylak, güzlek ve kışlak kelimeleri dört mevsimde dört ayrı yere göç edildiğini
göstermektedir. Sık sık yer değiştiren bozkırlılar, iskân ettikleri yörelerde
insan ve hayvan dışkılarıyla çevrenin kirlenmesi ve mikropların üremelerine,
dolayısıyla bulaşıcı hastalıklara maruz kalmadan yer değiştirdikleri için
nüfusları artmış ve diğer coğrafyalara taze kan takviyesi yapabilmiştir.
Avrupa: Hem göç alan, hem de göç
veren bir kıtadır. Aryanik göçlerle başlayan kıtanın göç tarihi, Kavimler Göçü
ve Yeni Dünya’ya yapılan kolonizasyon amaçlı göçlerle devam etmiş, günümüzde de
iş bulma veya sığınma amaçlı göçlerin hedef kıtasıdır. Avrupa nüfus yapısı
büyük ölçüde Asya’dan, kısmen de Afrika’dan beslenmiş, ama son 500 yılda nerede
ise bütün ülke ve kıtalara Avrupa’dan göçlerle kolonizasyon, sömürgecilik ve
iskan olayları yaşanmıştır.
Amerika: Önce Ural Altaylıların
Bering boğazı üzerinden göçüne, sonra Avrupalıların kolonize göçlerine sahne
olmuş, sonra siyahî Afrikalıların sürgün ve mecburi iskânına ve nihayet
Asyalıların iş bulma amaçlı göçlerine sahne olmuş bir kıtadır. Demografik
yapısı son 500 yılda eski yerlilerinin soykırıma uğratılıp yeni göçlerle iskân
edilmesi ile oluşmuş bir “yenidünya”dır. Diğer bir ifadeyle göçlerin şekil
verdiği bir kıta ve bir siyasi coğrafyadır Amerika.
Afrika: Göç ve sürgünlerle nüfus
kaybeden ve Amerika’nın siyahî kesimini oluşturan ana kıtadır. 2000 yıl boyunca
köle olarak insanları kıta dışına sürülmüş ve satılmıştır. Bu yönüyle
insanlığın en mazlum kıtasıdır. Ayrıca insanlığın bu kıtada türediği ve buradan
dünyaya yayıldığı hem antik çağ uzmanları hem de gen bilimi ile meşgul
olanlarca iddia edilmektedir. Afrika göç vererek dünyayı iskân etmiş kıta
sayıldığına göre, göçlerin dünya demografisini nasıl oluşturduğunun en bariz ve
ilginç sonuçlarını burada görmekteyiz.
Okyanusya: Kaderi Amerika’ya
benzeyen bu adalar kıtası beyaz göçlerle iskân edildikten sonra yerlileri büyük
ölçüde asimilasyon ve soykırım yoluyla yok edilmiş, bu insanlar bugün kendi
kıtalarında azınlık ve kültürlerini muhafaza edemeyen insanlar durumuna
düşmüşlerdir. Burası da adeta göçlerin yarattığı bir kıtadır, diyebiliriz.
Dünya Tarihi ve Medeniyetine Göçlerin Etkileri:
Göçler yoluyla insanlık bütün
değerlerini gittiği yere taşımış ve farklı değerlerin taşınması yoluyla
kültürel ve medeni zenginlik artmıştır. Adetler, gelenekler, inançlar, buluşlar,
bilimsel ve kültürel birikimler, sanat ve estetik kültür ve zevki, ekonomik
değerler ve varlıklar, soyları taşıyan genler ve akla gelmeyen burada
sayılamayacak kadar çok değer bir yerden bir yere, bir halktan diğer bir halka
taşınmıştır.
Göçler yoluyla insanlığın
birikimi tarihöncesi çağlardan beri toplumdan topluma taşınmıştır. Göç özetinde
anlatılan olaylar sayesinde Hindistan’daki bazı dillerle Avrupalı dillerin
kardeşliği gösterildiğine göre, daha kolay değiş tokuşu yapılan gündelik
kullanımdaki keşifler ve icatlar nasıl tolumdan topluma taşınmıştır? Mesela
milattan 3300 yıl öncelerinin Mezopotamya Sümer çanak çömlekleri 3000 de İran
yaylasına, 2500 de Ortaasya’nın batısına 2300 de Çin Türkistan’ı veya Ordos ve
Kansu bölgesine 2000’lerde Çin’e ulaşmıştır. Ancak bu coğrafya dışarıdan
devamlı göç aldığından nüfusu aşırı artmış ve istilalarla hiç kesintiye
uğramadan kültürünü asırlarca ilerletip milattan sonraki binli yıllardan
itibaren bu bahsedilen Mezopotamya Sümer sanatını dünyaya Çini (China) porselen
adıyla sunmuştur. Bu sanatı Mezopotamya’da başlatan insanlar da o topraklara ya
Ortaasya’dan, İran’da veya Arap çöllerinden gelmiştir. Nereden nereye denecek
bir durum.
Aynı şekilde bir Kamlık- Şamanizm
dini terimi olan bakşı kelimesi Çin kökenli olmasına rağmen Türkçe, Moğolca,
Tibetçe ve diğer Asya dillerine geçtiği gibi Arapça, Farsça, Rusça, Macarca,
Almanca; Fince, İngilizce ve Fransızca gibi daha nice dillere girmiştir.[5] Bu
etkileşimlerin en büyük aracı göçtür, zira o yıllarda ne basın yayın ne de
diğer kitle iletişim araçları vardı. Bir halk bir şeyi icad eder, geliştirir ve
kullanır. O icadın başka toplumlara geçmesi için bir göç veya başka adlar
altında insan(lar) bir yerden diğer yere gitmeli ve icatlarını taşımalıdır.
Göçler sonucunda insanlık yeni
tarım ürünleri ve meyvelerle da tanıştılar. Tütün gibi bir baş belasından
tutunuz da domates, patates, mısır, turunçgiller ve diğer tropikal ürünler
hepsi coğrafi keşifler sonrası göçlerle dünyaya yayılmışlardır. Bunlar olmasa
bugün aç kalmazsak bile kesinlikle daha yetersiz, dengesiz ve pahalı besleniyor
olurduk. Bu da neler kaybedeceğimizi gösteriyor, meselenin önemini ortaya
koyuyor.
Göçler insanlığın harmanlanmasını
ve tam karışmasını sağlayan en temel olgudur. Sosyolojik olarak insanlığın oluşumunu
göçlerden daha çok etkileyecek hiçbir olay mümkün değildir. Herhalde göçsüz bir
dünya tahayyül edilseydi dünyada on binlerce ırk, kültürleri ve fiziki
görünüşleriyle birbirlerinden farklı olarak varlıklarını sürdürür ve bugünküne
oranla daha yabancı, içine kapalı, ırk ve gen safiyetine sahip, dolayısıyla tek
gen yapısının taşıdığı mahzurlar yüzünden hastalıklara daha dirençsiz bir
insanlık söz konusu olacaktı. Ayrıca genlerin yeterli karışmadığı bir dünyada
yeterli ileri seviyede gen bilimine sahip güçler bazı toplumların genlerine,
yani o toplumlara savaş açabileceklerdi. Genlerimizde taşıdığımız eksiklikler
ve zafiyetler “düşman” eline geçince neler olabilir? Bunu yakın zamanda konunun
uzmanlarıyla tartışmaya başlayacağız. Göçler olmasaydı genlerimiz daha zayıf ve
korunaksız olacaklardı. Bugün ABD de bile Türk geni[6]
taşıyan insanlardan bahsedildiğine göre kimsenin genlerine karşı topyekûn bir
biyolojik savaşın açılamayacağı aşikârdır.
· Ondokuz Mayıs
Üniversitesi, Fen Ed. Fak. Tarih Bölümü fahris56@hotmail.com
[1] http://www.milliyet.com.tr/2005/05/16/guncel/agun.html.
Gen araştırmaları yüzde 3,5 ile 18
arasında Ortaasya geni göstermekte ise de, Ortaasya’da saf Türk geni olduğundan
hareket edemeyiz. Zira karışım ta orada başlamış olmalıdır. En azından yakın
halklarla karışma tarihi realitelere de uymaktadır.
[2] Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi Sosyal Ekonomik ve
Kültürel Temeller, Afa Yay.İst. 1996, s. 103.
[3] René Grousset, Bozkır İmparatorluğu, Ötüken Neşriyat,
İstanbul 1980, s.18
[4] Yaz, yay, güz ve kış eski
Türkçede mevsim adlarıdır ve yaz(ilkbahar) yay(şimdiki yaz mevsimi) adlarında
anlam değişmesi olmuştur. Yazlak demek yaz, yani ilkbaharda göçebenin gidip
konduğu yer demektir. Yaylak (şimdi yayla olmuş) yay, yani şimdiki yaz
mevsiminde gidip konulan yerdir.
[5] Julius Nemeth, “Das
Wolga-Bulgarische Wort baqşi ‘gelehrter Herr’ in Ungarn” İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C.V,
(1973) Cüz. 1-4, İst. 1973, s. 165-170.
[6] Meluncanları kastediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder