2 Şubat 2014 Pazar

Sarıkamış'a Mektup
                                                                                                          Doç. Dr. Fahri SAKAL·
Yok haberi ilerinin, gerinin:
Uyur altında kar kümelerinin
canlar ki, hasreti düşse birinin
bin sabır ya çeker, ya çekmez artık![1]
            Sarıkamış'ta yatan annemin dedesi, senden hiç mektup gelmemiş, orada neler yaşadığını ailene bildirememişsin. Büyüklerimiz de köyde yaşadıklarını sana yazamamışlar. Sana ilk mektubu ben yazıyorum. Köylerimizde çok acılar çekilmiş, açlık felaketiyle insanlar bazı yörelerde ölü eti yemişler. Köyümüzde bütün ferdleri cepheye giden bir aile Gülizar isimli özürlü kızlarını "sofradan bir kaşık eksilsin" diye bir kuyuya itmişler. Biz çocukluğumuzda oraya "Gülizar'ın kuyusu" derdik! Ah dedeciğim, bilmek istiyorum: Bir şarapnel parçasıyla mı, kurşunla mı, bir bulaşıcı hastalıkla mı, yoksa sen de Soğanlı Dağları'nda saya[2] gecesinde donarak mı şehid oldun? İnşallah sonuncusu değildir.           
            İttihat ve Terakki Osmanlı İmparatorluğunda iktidara gelince müthiş bir militarizm, hamaset ve tarihî romantizmle kamuoyunu etkilemiş, akl-ı selimi unutturan bir ortam oluşmuştu. Rumeli'de çıkardıkları gazetelerin adları top, tüfek, gülle, kasatura, mermi, ok, yay, kılıç ve benzeri silah adlarıydı. Bütün İttihatçı basın silahlanma ve savaş çığırtkanlığı yapıyor, "Millet-i Müsellaha"[3] adı altında tüm halkı bir ordu, memleketi bir garnizon, askeri şefleri de milletin komutanı gören anlayış yerleştirilmeye çalışılıyordu. Siyaset bilimi ve sosyolojide bunun adı militarizmdir. Bu akım Avrupa'da toplumları büyük savaşlara sürüklüyor, silah üreticileri de bunu körüklüyordu. İşte Osmanlı İmparatorluğu girmemesi gereken I. Dünya Harbi'ne İttihatçıların bu ufuksuzluğu sonucunda girmişti. Ne yeterli gücümüz vardı, ne de mevcut güçleri organize kabiliyetimiz. Müttefik seçimi, zamanlaması ve muharebe planları yanlıştı... Çünkü bir hesaba değil, arzuya dayanmaktaydı. Maalesef  bu plan zamanın Genelkurmay Başkanlığınca uygulanabilir bulunmuştur.[4]
            Kafkas Cephesi, Rus ordusunun mühim bir kısmını Alman ordularının üzerinden bu tarafa çekmek için açılmıştı. Enver ve ekibi  Rusları oyalamanın dışında Kafkasya'ya ve Türkistan'a ulaşmayı da düşünüyorlardı. Ancak siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik hazırlıklar buna uygun değildi; potansiyellerimiz hesaplanmamıştı.  Sarıkamış taarruzunun yeri ve zamanı hususunda bile Enver Paşa ve kurmayları farklı düşünüyordu. Nitekim taarruzun bahara bırakılmasını öneren III.Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa görevinden alınmıştı[5]. İkmal yolları iyi planlanmamış, imkanlar düşünülmemiş, nakliye imkan ve kabiliyetimiz yeterince değerlendirilmemişti. Giresun ve Ünye’den iki alay Trabzon’a denizden taşınabilmiş; ama kolordunun diğer birlikleri karadan yürütülmüştü. En uzak mesafede olan Samsun’daki tümen, ilk fırsatta denizden nakledilmemiş, karadan yürütülmüş; iki haftalık zaman kaybolmuştu. Böylece 10. Kolordu, kol ve katarları gelmeden muharebeye katıldı. Bu bir sevk ve idare hatası idi. Kol ve katarlar zamanında gelmiş olsaydılar daha iyi sonuçlar alınırdı. Böylece Sarıkamış Muharebesi belki üç, dört hafta önce yapılır; Köprüköy ve Azap muharebelerinde sarsılmış olan Ruslar karşısında, havalar uygunken kesin bir sonuç elde edilebilirdi.[6]           Bizim plansızlığımıza karşılık Ruslar Türkiye'nin harbe Almanlar safında girmesi, hiç girmemesi ve yalnız başına savaşması gibi üç farklı ihtimale göre planlarını yapmışlar, her planda bizim güçlerimizden daha fazla gücü karşımıza dikme hesaplarını yapmışlardı.
            Fevzi Çakmak I. Dünya Harbinde Almanların planlarını da hatalı bulmuştu. Paşaya göre ağırlık önce Rus cephelerine verilip Ruslar yenilebilir, bazı orta Avrupa ve Balkan ülkeleri bizim safımıza geçer veya tarafsız kalırlardı.[7]
            İki tarafın askeri gücünü karşılaştırdığımız zaman Rus ordusu daha ağır basmakta idi.  Cephede Rusların 100 piyade taburu, 117 süvari bölüğü, 256 top, 15 istihkâm bölüğü bulunuyordu. Türk kuvvetleri 100 piyade taburu, aşiretler hariç olmak üzere 28 süvari bölüğü, 160 top ve 8 istihkâm bölüğünden ibaretti. Türk tümenleri 9, Rus tümenleri 16 taburlu idiler. Toplamda Rusların 42 tabur, 89 süvari bölüğü ve 94 top kadar fazlası vardı.[8]
            Muharebeler sırasında her ay 30 000 kişi hastaneye geliyor ve çoğu tedavi edilemeden tifüs, humma, dizanteri, tifo, verem, frengi ve sıtma gibi illetlerden ölüp gidiyordu. Bu savaşta ölü sayısının çok fazla olmasının nedeni, yeteri kadar sağlık personeli ile hastanelerin bulunmaması idi. Örneğin Erzurum’da ancak 900 kişilik bir hastane vardı. Halbuki öyle günler olmuştu ki, 15.000 hasta ve yaralı Erzurum’a toplanmıştı. Bu hastalar odun yığınları gibi çadırların içinde birbiri üzerine yığılmış ve bakımları yapılamamıştı. Tifüs salgını durumu daha feci bir hale getirmişti. Bitlerden bulaşan bu hastalıktan dolayı verilen kayıplar oldukça fazla idi. III.Ordu Kumandanı Hafız Hakkı Paşa dahi Tifüs’ten ölmüştü.
Ruslar savaş esnasında 7000 esir aldıklarını ve savaştan sonra 23.000 ölü gömdüklerini resmi yayınlarında bildirmişlerdir. Bu aynen kabul olunmaktadır. XI. Kolordu bölgesinde 10.000, savaş hattı gerisinde donma ve hastalık nedeniyle 20.000 erin daha öldüğü sanıldığından, kayıpların toplamı 60.000’i bulmaktadır. Rus Ordusu’nun kayıplarına gelince; onlar giyim kuşam ve beslenme yönünden daha iyi durumda idi. Şiddetli kış koşulları bu orduyu Türk ordusu kadar etkileyememişti. Rusların kendi açıklamalarına göre savaşta 20.000 ve donma nedeniylede 9.000 ölü verdikleri bildirilmişti. Buna Türk ordusu tarafından alınan 2-3000 esir de eklenecek olursa Rus kayıplarının tamamının 32.000 civarında olduğu görülmektedir[9]
Enver Paşa cephede ordunun ihtiyaçlarının tam olarak karşılanmadığını, askerin perişan bir vaziyette olduğunu görmüş ve onlara ümitvar sözler söylemişti: “Askerler hepinizi ziyaret ettim. Ayağınızda çarığınız, sırtınızda paltonuz olmadığını da gördüm. Lakin karşımızdaki düşman sizden korkuyor. Yakın zamanda taarruz ederek Kafkasya’ya gireceğiz. Siz orada her türlü nam ve nimete kavuşacaksınız."
Paşa en soğuk günlerde Irak cephesinden getirdiği askerleri, çöl sıcağında giydikleri giysilerle Soğanlı ve Allahuekber dağlarına sürmüş; orduyu gençleştirme adıyla tecrübesiz subayları cepheye göndermişti. Almanlar bile buna itiraz etmişlerdi. [10]
Sarıkamış'ta amaç Rusları durdurup Kafkasya ve Türkistan’a ulaşmak iken, mağlubiyetimizle Türkistan yolu kapanmış ve Anadolu Rus istilasına açık hale gelmişti. Bu savaşın sonucunu belirleyen en önemli unsur iklim şartları olmuştu. Enver ve idarecilere göre artık yapılması gereken, felaketin psikolojik etkilerini bertaraf etmek amacıyla yaşanılanları unutmak idi. Bunun için hezimet haberlerine sansür konuldu; saraya zafer telgrafları çekildi. Aydınlara yazılar ısmarlanarak, halka Rus aleyhtarlığı ve militarizm aşılanmaya çalışıldı.[11] Bu politika ile o günden beri acılarımıza hafızalarımızda yeterince yer veremedik. Ancak son yıllarda bazı güzel faaliyetler yapılmaktadır.[12]
Bizi bu felakete sürükleyen olgu tarihî ve siyasî romantizm desteğinde hamasetle canlı tutulan militarizm kültürüdür. Paşasını bile bitten koruyamayıp tifüsten kaybeden, askerlerinin yüzde altmışı yukarıda adı geçen hastalıklardan muzdarip olan bir ülke, önce insanlarının karnını doyurmalı, onları yeterli temizlik malzemesi ve ilaca kavuşturmalı idi. Seferberlik yıllarının açlık hikayeleri, öldürülen Gülizarlar, ordunun at ve katır dışkılarından arpa toplayıp yiyen insanlar... Bunların üzerinde sanki gizli bir yasak varmış gibi, hâlâ tarihçileri savaş tarihine yönlendirip, insanların ne yiyip ne içtiğini unutturan ve Millet-i Müsellaha edebiyatıyla körüklenen militarizmin etkisiyle mağlubiyetleri gizlediler; şehitlerimize ağıt yakmamızı istemediler. Ah hamaset, sen hıyanetten daha kötüsün. Nasıl da insanları, gözleri önündeki gerçekleri göremez hale dönüştürüp seraplar peşine yönlendiriyorsun! Yere sağlam basması gereken ayakları nasıl da bulutlar üzerinde yürütüyorsun!
Bu dağlarda ölüm saya gecesi/ otuz bin baş yedi... Acıkmaz artık![13]
Hamaset masallarıyla artık milleti kimse uyutmamalıdır. Zira masallar küçükken uyuyana kadar, büyüyünce ise uyanana kadardır. Ancak uyandığınızda her şeyinizi kaybetmiş olabilirsiniz.




· Fen Ed. Fak. Tarih Bölümü, Samsun. fahris56@hotmail.com
[1] Arif Nihat Asya, Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor, Ötüken Yay., İst., 1975, s. 167.
[2] Doğuda kışın en soğuk gecesi.
[3] Bu ifade şu kitabın adından çıkarılmıştır: Colmar von der Goltz, Das Volk in Waffen, (Millet-i Müsellaha, İstanbul 1883) adıyla Türkçeye çevrilmiştir.
[4] Mareşal Fevzi Çakmak, Birinci Dünya Savaşında Doğu Cephesi Harekatı, Genelkurmay Basımevi Ankara 2005,  s. 16.
[5] İsmail Eyyüpoğlu, "91. Yılında Sarıkamış Taarruzu", A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. S. 31, Erzurum 2006, s. 97        
[6] Çakmak, s. 19
[7] Çakmak, s. 20
[8] Eyyüpoğlu, s. 95
[9] Eyyüpoğlu, s. 101
[10] Eyyüpoğlu, s. 98
[11] Süleyman Nazif, "Rus Kimdir Moskof kimdir?" Bu politikayı desteklemiş hamaset dozu yüksek yazılardan biridir.
[12] Eyyüpoğlu, s.102
[13] A. Nihat Asya, aynı yerde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder