Sarıkamış'a Mektup
Yok haberi ilerinin,
gerinin:
Uyur altında kar kümelerinin
canlar ki, hasreti düşse birinin
bin sabır ya çeker, ya çekmez artık![1]
Uyur altında kar kümelerinin
canlar ki, hasreti düşse birinin
bin sabır ya çeker, ya çekmez artık![1]
Sarıkamış'ta yatan annemin dedesi,
senden hiç mektup gelmemiş, orada neler yaşadığını ailene bildirememişsin.
Büyüklerimiz de köyde yaşadıklarını sana yazamamışlar. Sana ilk mektubu ben
yazıyorum. Köylerimizde çok acılar çekilmiş, açlık felaketiyle insanlar bazı
yörelerde ölü eti yemişler. Köyümüzde bütün ferdleri cepheye giden bir aile
Gülizar isimli özürlü kızlarını "sofradan bir kaşık eksilsin" diye
bir kuyuya itmişler. Biz çocukluğumuzda oraya "Gülizar'ın kuyusu"
derdik! Ah dedeciğim, bilmek istiyorum: Bir şarapnel parçasıyla mı, kurşunla
mı, bir bulaşıcı hastalıkla mı, yoksa sen de Soğanlı Dağları'nda saya[2]
gecesinde donarak mı şehid oldun? İnşallah sonuncusu değildir.
İttihat ve Terakki Osmanlı
İmparatorluğunda iktidara gelince müthiş bir militarizm, hamaset ve tarihî
romantizmle kamuoyunu etkilemiş, akl-ı selimi unutturan bir ortam oluşmuştu.
Rumeli'de çıkardıkları gazetelerin adları top, tüfek, gülle, kasatura, mermi,
ok, yay, kılıç ve benzeri silah adlarıydı. Bütün İttihatçı basın silahlanma ve
savaş çığırtkanlığı yapıyor, "Millet-i Müsellaha"[3]
adı altında tüm halkı bir ordu, memleketi bir garnizon, askeri şefleri de
milletin komutanı gören anlayış yerleştirilmeye çalışılıyordu. Siyaset bilimi
ve sosyolojide bunun adı militarizmdir. Bu akım Avrupa'da toplumları büyük
savaşlara sürüklüyor, silah üreticileri de bunu körüklüyordu. İşte Osmanlı
İmparatorluğu girmemesi gereken I. Dünya Harbi'ne İttihatçıların bu ufuksuzluğu
sonucunda girmişti. Ne yeterli gücümüz vardı, ne de mevcut güçleri organize
kabiliyetimiz. Müttefik seçimi, zamanlaması ve muharebe planları yanlıştı...
Çünkü bir hesaba değil, arzuya dayanmaktaydı. Maalesef bu plan zamanın Genelkurmay Başkanlığınca
uygulanabilir bulunmuştur.[4]
Kafkas Cephesi, Rus ordusunun mühim bir kısmını Alman
ordularının üzerinden bu tarafa çekmek için açılmıştı. Enver ve ekibi Rusları oyalamanın dışında Kafkasya'ya ve
Türkistan'a ulaşmayı da düşünüyorlardı. Ancak siyasi, askeri, kültürel ve
ekonomik hazırlıklar buna uygun değildi; potansiyellerimiz hesaplanmamıştı. Sarıkamış taarruzunun yeri ve zamanı hususunda
bile Enver Paşa ve kurmayları farklı düşünüyordu. Nitekim taarruzun bahara
bırakılmasını öneren III.Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa görevinden alınmıştı[5]. İkmal
yolları iyi planlanmamış, imkanlar düşünülmemiş, nakliye imkan ve kabiliyetimiz
yeterince değerlendirilmemişti. Giresun ve Ünye’den
iki alay Trabzon’a denizden taşınabilmiş; ama kolordunun diğer birlikleri karadan
yürütülmüştü. En uzak mesafede olan Samsun’daki tümen, ilk fırsatta denizden nakledilmemiş,
karadan yürütülmüş; iki haftalık zaman kaybolmuştu. Böylece 10. Kolordu, kol ve
katarları gelmeden muharebeye katıldı. Bu bir sevk ve idare hatası idi. Kol ve
katarlar zamanında gelmiş olsaydılar daha iyi sonuçlar alınırdı. Böylece
Sarıkamış Muharebesi belki üç, dört hafta önce yapılır; Köprüköy ve Azap muharebelerinde
sarsılmış olan Ruslar karşısında, havalar uygunken kesin bir sonuç elde
edilebilirdi.[6]
Bizim plansızlığımıza karşılık
Ruslar Türkiye'nin harbe Almanlar safında girmesi, hiç girmemesi ve yalnız
başına savaşması gibi üç farklı ihtimale göre planlarını yapmışlar, her planda
bizim güçlerimizden daha fazla gücü karşımıza dikme hesaplarını yapmışlardı.
Fevzi Çakmak I. Dünya Harbinde Almanların
planlarını da hatalı bulmuştu. Paşaya göre ağırlık önce Rus cephelerine verilip
Ruslar yenilebilir, bazı orta Avrupa ve Balkan ülkeleri bizim safımıza geçer
veya tarafsız kalırlardı.[7]
İki tarafın askeri gücünü karşılaştırdığımız zaman Rus
ordusu daha ağır basmakta idi. Cephede
Rusların 100 piyade taburu, 117 süvari bölüğü, 256 top, 15 istihkâm bölüğü
bulunuyordu. Türk kuvvetleri 100 piyade taburu, aşiretler hariç olmak üzere 28
süvari bölüğü, 160 top ve 8 istihkâm bölüğünden ibaretti. Türk tümenleri 9, Rus
tümenleri 16 taburlu idiler. Toplamda Rusların 42 tabur, 89 süvari bölüğü ve 94
top kadar fazlası vardı.[8]
Muharebeler sırasında her ay 30 000
kişi hastaneye geliyor ve çoğu tedavi edilemeden tifüs, humma, dizanteri, tifo,
verem, frengi ve sıtma gibi illetlerden ölüp gidiyordu. Bu
savaşta ölü sayısının çok fazla olmasının nedeni, yeteri kadar sağlık personeli
ile hastanelerin bulunmaması idi. Örneğin Erzurum’da ancak 900 kişilik bir
hastane vardı. Halbuki öyle günler olmuştu ki, 15.000 hasta ve yaralı Erzurum’a
toplanmıştı. Bu hastalar odun yığınları gibi çadırların içinde birbiri üzerine
yığılmış ve bakımları yapılamamıştı. Tifüs salgını durumu daha feci bir hale
getirmişti. Bitlerden bulaşan bu hastalıktan dolayı verilen kayıplar oldukça fazla
idi. III.Ordu Kumandanı Hafız Hakkı Paşa dahi Tifüs’ten ölmüştü.
Ruslar savaş esnasında 7000 esir aldıklarını ve savaştan sonra 23.000
ölü gömdüklerini resmi yayınlarında bildirmişlerdir. Bu aynen kabul
olunmaktadır. XI. Kolordu bölgesinde 10.000, savaş hattı gerisinde donma ve
hastalık nedeniyle 20.000 erin daha öldüğü sanıldığından, kayıpların toplamı
60.000’i bulmaktadır. Rus Ordusu’nun kayıplarına gelince; onlar giyim kuşam ve
beslenme yönünden daha iyi durumda idi. Şiddetli kış koşulları bu orduyu Türk
ordusu kadar etkileyememişti. Rusların kendi açıklamalarına göre savaşta 20.000
ve donma nedeniylede 9.000 ölü verdikleri bildirilmişti. Buna Türk ordusu
tarafından alınan 2-3000 esir de eklenecek olursa Rus kayıplarının tamamının
32.000 civarında olduğu görülmektedir[9]
Enver Paşa cephede ordunun ihtiyaçlarının tam olarak karşılanmadığını, askerin
perişan bir vaziyette olduğunu görmüş ve onlara ümitvar sözler söylemişti: “Askerler hepinizi ziyaret ettim. Ayağınızda
çarığınız, sırtınızda paltonuz olmadığını da gördüm. Lakin karşımızdaki düşman
sizden korkuyor. Yakın zamanda taarruz ederek Kafkasya’ya gireceğiz. Siz orada
her türlü nam ve nimete kavuşacaksınız."
Paşa en soğuk günlerde Irak cephesinden getirdiği askerleri, çöl
sıcağında giydikleri giysilerle Soğanlı ve Allahuekber dağlarına sürmüş; orduyu
gençleştirme adıyla tecrübesiz subayları cepheye göndermişti. Almanlar bile
buna itiraz etmişlerdi. [10]
Sarıkamış'ta amaç Rusları durdurup Kafkasya ve Türkistan’a ulaşmak iken,
mağlubiyetimizle Türkistan yolu kapanmış ve Anadolu Rus istilasına açık hale
gelmişti. Bu savaşın sonucunu belirleyen en önemli unsur iklim şartları
olmuştu. Enver ve idarecilere göre artık yapılması gereken, felaketin
psikolojik etkilerini bertaraf etmek amacıyla yaşanılanları unutmak idi. Bunun
için hezimet haberlerine sansür konuldu; saraya zafer telgrafları çekildi.
Aydınlara yazılar ısmarlanarak, halka Rus aleyhtarlığı ve militarizm aşılanmaya
çalışıldı.[11]
Bu politika ile o günden beri acılarımıza hafızalarımızda yeterince yer veremedik.
Ancak son yıllarda bazı güzel faaliyetler yapılmaktadır.[12]
Bizi bu felakete sürükleyen olgu tarihî ve siyasî romantizm desteğinde
hamasetle canlı tutulan militarizm kültürüdür. Paşasını bile bitten koruyamayıp
tifüsten kaybeden, askerlerinin yüzde altmışı yukarıda adı geçen hastalıklardan
muzdarip olan bir ülke, önce insanlarının karnını doyurmalı, onları yeterli
temizlik malzemesi ve ilaca kavuşturmalı idi. Seferberlik yıllarının açlık
hikayeleri, öldürülen Gülizarlar, ordunun at ve katır dışkılarından arpa
toplayıp yiyen insanlar... Bunların üzerinde sanki gizli bir yasak varmış gibi,
hâlâ tarihçileri savaş tarihine yönlendirip, insanların ne yiyip ne içtiğini
unutturan ve Millet-i Müsellaha edebiyatıyla körüklenen militarizmin etkisiyle
mağlubiyetleri gizlediler; şehitlerimize ağıt yakmamızı istemediler. Ah hamaset,
sen hıyanetten daha kötüsün. Nasıl da insanları, gözleri önündeki gerçekleri
göremez hale dönüştürüp seraplar peşine yönlendiriyorsun! Yere sağlam basması
gereken ayakları nasıl da bulutlar üzerinde yürütüyorsun!
Bu dağlarda ölüm saya gecesi/ otuz
bin baş yedi... Acıkmaz artık![13]
Hamaset masallarıyla artık milleti kimse uyutmamalıdır. Zira masallar
küçükken uyuyana kadar, büyüyünce ise uyanana kadardır. Ancak uyandığınızda her
şeyinizi kaybetmiş olabilirsiniz.
· Fen Ed. Fak. Tarih Bölümü,
Samsun. fahris56@hotmail.com
[1] Arif Nihat Asya, Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor, Ötüken
Yay., İst., 1975, s. 167.
[2] Doğuda
kışın en soğuk gecesi.
[3] Bu ifade
şu kitabın adından çıkarılmıştır: Colmar von der Goltz, Das Volk in Waffen, (Millet-i
Müsellaha, İstanbul 1883) adıyla Türkçeye çevrilmiştir.
[4] Mareşal Fevzi Çakmak, Birinci Dünya Savaşında Doğu Cephesi
Harekatı, Genelkurmay Basımevi Ankara 2005, s. 16.
[5] İsmail Eyyüpoğlu, "91.
Yılında Sarıkamış Taarruzu", A. Ü.
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. S. 31, Erzurum 2006, s. 97
[6] Çakmak, s. 19
[7] Çakmak, s. 20
[8] Eyyüpoğlu, s. 95
[9] Eyyüpoğlu, s. 101
[10] Eyyüpoğlu, s. 98
[11] Süleyman Nazif, "Rus Kimdir
Moskof kimdir?" Bu politikayı desteklemiş hamaset dozu yüksek yazılardan
biridir.
[12] Eyyüpoğlu, s.102
[13] A.
Nihat Asya, aynı yerde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder