MEDENİYET TARİHİNDE DİN FAKTÖRÜ
Yrd. Doç. Dr. Fahri SAKAL§
İnsanlık
tarihinde zaman ve mekân değişiklerine rağmen, değişmeyen bazı olaylar vardır
ki, biz bunlara tarihin genel amilleri(faktörleri veya etkenleri )diyoruz. Bunlar
her yerde ve her zaman benzer olaylar olmasalar bile, etkileri açısından büyük
benzerlikler arz ettikleri için genel amil diye adlandırılmaktadırlar.
Biz bu yazımızda genel tarih felsefesi
açısından insanlık tarihindeki umumi (genel) amillerden biri olan din[1]
faktörünü inceleyeceğiz.
Dinin
etkisi medeniyetin geri olduğu çağlarda günümüze oranla çok daha fazlaydı.
Vahşetin hâkim olduğu, insanların
mağaralarda yaşadığı ve yazı, eğitim ve benzeri sosyo-kültürel müesseselerin
bilinmeği çağlarda, o orman veya mağara vahşilerini hangi güç eğitecekti; hangi
güç onları asgari müşterekler etrafında cemaat veya cemiyet halinde
toplayacaktı?
Devletin, hukukun, yazının, eğitimin,
bilimin, sanatın, estetik duygusunun ve daha insanı insan yapan, iki bacaklı mahlûkları
insanlaştıran, sosyalleştiren nice değerler bilinmez iken acaba nasıl bir dünya
vardı? Herhalde orman kanunu denen ve kaba kuvvetin her şeyi belirlediği bir
düzensizlik mevcuttu. O çağlarda yaşayan insan sürülerine herhalde toplum bile denemez.
İşte o sürüleri
toplum(cemiyet)haline getiren faktörlerin başında inandıkları ve bağlandıkları
müşterek değerler gelir ki, bunlara din diyoruz.
Burada en
geniş anlamıyla bir inançlar bütünü anlamında din ve inanılan varlık olarak
Tanrı’yı ele alıyoruz. Dinden
İslam ve tanrı’dan da Allah’ı (c.c) kastettiğimiz zamanlar belirtilecektir.
Dinin beşeriyet tarihindeki
etkilerini şu örneklerle açıklayabiliriz.
SOSYALLEŞME:
Taş devrinin
ve mağara toplumlarının insanlarını bir araya getiren üç unsurdan biri dindir.[2]
Üstelik din en istikrarlı ve sürekli toplayıcı faktör olmuştur. Rabbin emir ve
yasaklarını cemaate bildirmek için onların toplanacağı mabedlerin inşası bile
ortak mesai gerektirmiş ve mabedlerde toplananlar bu ortak gaye etrafında
kenetlenerek “biz” ve “onlar” ayrımı ile içtimai bünyeler oluşturmuşlardır. İslav
kabilelerinin yarı vahşi orman hayatı sürdürdükleri pagan dönemlerindeki
yaşantılarının ne kadar geri olduğunu biliyoruz. Hıristiyanlığın yayılması ile
nasıl medenileştirici etkilerde bulunduğu bu noktada en iyi açıklayıcı bir
örnektir.
HUKUK:
Hiçbir medeniyet izinin bulunmadığı
ve vahşetin hâkim olduğu çağlarda iyi-kötü, günah-sevap, yapılsın-yapılmasın, şöyle veya
böyle olsun, şu zamanda yapılsın, şu (bu) zamanda yapılmasın gibi emir ve
yasaklarla insan sürülerine uyacakları bazı ilkeleri getiren kurum herhalde din
idi. İşte bu emir ve yasaklar ağı sürüyü toplumlaştırıp, fertler arasındaki
ilişkileri kurallara bağladığı için ilkel de olsa hukukun başlangıcı olmuştur. Burada
hukukun sürüleri toplumlaştırıcı özelliği ve hayvanlar âleminde
bulunamayacağını görüyoruz.
Gerçekten ilk hukuk kuralları
tamamen dini kurallardır. Mısır, Mezopotamya,
Çin, Hind, Anadolu vs. ilk medeniyetlerde devlet başkanları bile aynı
zamanda rahipti. Dinin hukuk kuralarını belirlemesi yüzyıllar geçtikçe azalarak
sürmüş, ama bazı toplumlarda günümüze kadar gelmiştir. Başlangıçta tanrı
sıfatını taşıyan yöneticiler (Odin, ,bazı Sümer şehir sitelerinin başkanları
v.s)
Zamanla yarı tanrı (bazı firavunlar
ve Büyük İskender) sonra tanrı vekili veya tanrının gölgesi (zıllullah) gibi unvanlar
kullanmışlardır.
Şekil Bizim N ilkesi dediğimiz
çizelge incelenirse 0 (sıfır) noktası toplumların sürü olarak yaşadıkları sıfır
kültür seviyesidir. Böyle bir kültürde yönetici, yetkilerin tamamını veya tamama
yakını kullanır. Dolayısıyla ilahi 1 sıfatlarla donanmıştır. Tanrı olduğunu
iddia eder. Sürünün söyleyecek sözü yoktur, çünkü kültürü sıfırdır. Böyle olduğu için yetki ve hâkimiyet tamamen
yönetici (Tanrı-kral veya rahip-kral) elindedir.
Sürünün kültürü gelişip
toplumlaşmasıyla beraber kültürü oranında yetki kullandığını ve o oranda yetki
kullandığını ve o oranda hâkimiyeti kraldan aldığını görüyoruz. Dolayısıyla
halkın kültürel yönden kalkınamamış toplumlarda hâkimiyet (egemenlik)milletin
veya olamaz
Böyle bir
toplumda yönetimin adını Cumhuriyet koysanız bile, krallar gibi yetki kullanan
despot Cumhurbaşkanları görülür. Aynı şekilde gelişmiş toplumlarda yönetimin
adı hasbelkader değişmeden günümüze kadar krallık olarak gelmiş olabilir. Ama
yönetim pek ala en gelişmiş demokrasi aşamasına ulaşmıştır ki örnekleri
çoktur.(İngiltere, Hollanda, İsveç ve Japonya gibi)
DEVLET:
Bilim adamları devletin menşeini
hep tartışmışlardır[3]. Devletin menşeini dine
veya başka kurumlara bağlayan farklı düşünürlere saygımız sonsuz. Ancak
yukarıda anlattığımız gibi din sayesinde hukuk kavramına ulaşan ve bir tapınak,
bir rahip (=kral) ve bir emirler yasaklar ağı etrafında toplanan ilkel
toplumların oluşturduğu birlik devlete giden en açıklayıcı ve mantıklı yoldur.
GÜZEL SANATLAR VE ESTETİK ZEVKİ:
a) Mimari: arkeologların tespit
ettikleri en şaşırtıcı gerçeklerin başında tapınak mimarisi gelir. İnsanlar
kendilerine ev yapmadıkları çağlarda, yani mağaralarda yaşarken inandıkları
tanrı (put) ları için muazzam tapınaklar yapmışlardır. Dünyanın ilk mimari
örnekleri belki tamamen veya çoğunlukla dini maksatlı yapılardan oluşmuştur.
Din dışı mimari örneği olarak saraylar ve diğer devlet binaları gösterilebilir.
Ancak eski toplumlarda yöneticilerin dini unvan ve kimlikleri de bilinmektedir.
Dolayısıyla orada bile dini etki söz konusudur. Tabiatıyla zamanla N ilkesi
gereği mimaride de dini motifler ve etkiler azalmıştır.
b)
Resim ve heykel: Tapınağı yapmakla kalmayan eski çağların insanları onun içini tanrısının
resim ve heykelleriyle doldurmuştur. Arkeolojik buluntularda gördüğümüz ilk
resim ve heykel örnekleri büyük çoğunlukla dini orijinlidir. Tanrılar,
tanrıçalar ve dinlerin sair ikonları resim, heykel ve kabartmalar şeklinde dinlerin
kutsal mekânlarını her zaman süslemiştir.
c)
Tezyinat ve diğer süsleme sanatları: Tanrı evi ona duyulan saygının bir
göstergesi olarak süslenmiştir. Ağaç kovuğu, mağara ve saz damlı kulübelerde
yaşayan antikite insanları, kendi evlerine hiç özen göstermezken mabedi sonuna
kadar süslemeye azami derecede itina göstermişlerdir. Semavi dinler de
mabedlerini birer sanat şahikası haline getirmiş, kutsal kitaplarını en usta
mücellitlere yaptırmışlar, hüsn-i hat, ebru ve tezhip gibi sanatta
mükemmelliğin zirve örnekleriyle güzelleştirmişlerdir. Mesela İslamiyet’te
durum tamamen böyledir. En güzel hüsn-i hat örnekleri Kur’an, Kırk Hadis ve
camilerin içinde karşımıza çıkmaktadır. Tarihi çağlarda bu güzel yazıları kimse
sevgilisine mektup yazmak için kullandı mı bilmiyoruz, bildiğimiz bu yazılar
günümüze kadar dini amaçlı eserlerle modern çağa kadar gelmiştir.
Aynı
güzel sanatlar geleneği Budist ve Manihaist tapınakları için de geçerlidir. Çin
yazısı da kendi estetik özellikleri içinde bir hüsn-i hat geleneğine sahiptir
ve bu gelenek iki bin yılı aşkın bir zamandır tapınaklarda rahipler ve özel
yazı üstadları tarafından yaşatılmıştır. Kiliselerdeki resim ve kabartma
örnekleri de bunun canlı birer örneğidir. Özellikle Çarmıha gerilmiş İsa resim
ve kabartmaları da malum dini inançtan dolayı kiliselerde yerini almış, hatta
bu sebepten kilise içinde bu sanat türleri İsa’nın hatırasını yaşatmak için
yasaklanmak şöyle dursun, özellikle teşvik görmüştür.
d)
Şiir ve diğer edebi türler: Aşk, hükmetme duygusu ve din insanlığın en eski üç
değeridir. Ancak biz vahşi insanın sevgilisine şiir yazmış olabileceğini
sanmadığımız gibi, hükmetmek için de kahramanlık şiirleri yazdığını sanmıyoruz.
Bu tür şiirler çok sonraki asırlarda yazılmaya başlanmıştır. Herhalde en eski
şiirler arasında ilahlar için yazılmış ilahiler çok yaygındı. Zaten dünya şiir
tarihinin ilk örnekleri de bizi doğruluyor. Mit’ler, ilahiler, dini orijinli
menkıbeler edebiyat denen şeyin gelişmesini sağlamışlardır. Hind’in Veda’ları,
Upanişatlar, Ramayana, Ortadoğu’nun Neşideler Neşidesi, Gılgamış, Yunan
Mitolojileri bu kabilden örneklerdir. Nutuk ve hitabet de bu minval üzere
örneklerdir. Tapınaklarda Tanrı’nın huzurunda olduğuna inanan rahip veya din
adamı herhalde sokakta veya evinde konuştuğu gibi rasgele konuşmuyordu; sesine
o makamın ruhuna göre özel bir ton ve ahenk verip saygı dolu ikna edici
sözlerle hem rabbine yaranmayı, hem de cemaatini etkilemeyi isteyecekti. İşte
bu sebeplerle güzel konuşma ve yazma tarzları dini icralar esnasında gelişmiş,
nutuk ve hitabet sanatının ilk örnekleri de bu bağlamda en olgun örneklerine
ulaşmıştır.
Ayrıca
yukarıda adı anılan ve anılmayan ilk destanlar, mitolojiler ve ilk kitaplar
tamamen dini orijinlidir. Eski çağlarda insanlar “kitab” derken dinlerin kutsal
kitaplarını kastediyorlardı. Bu o kadar belirgindir ki Fenike dilinde ağaç
kabuğu anlamına gelen biblos daha sonra bible olarak Kitab-ı Mukaddes’in adı
olmuş, günümüzde bibliyotek, bibliyografya ve benzeri seküler amaçlı kavramları
da doğurmuştur.
Tiyatronun
da dinin insanlığa bir hediyesi olduğunu biliyoruz. Eski Yunan’da Bağbozumu
Tanrısı Dionizos için tertib edilen törenlerden çıkan etkinlikler zamanla bugün
bildiğimiz anlam ve mahiyetteki tiyatroya dönüşmüştür.
e)Musiki:
Tanrının huzurunda ve mabedinde rahibin sesine ahenk verip cemaati etkilemesi
ve rabbin beğenmesi için güzel konuşmalar yapması musikinin ilk örneklerini
oluşturmuştur. Gerçekten ilerleyen asırlar ve çağlar boyunca gittikçe
azalmasına rağmen bu alanda da dinin rolü günümüze kadar gelmiştir. Klasik Batı
Müziğinin 20. yy başlarına kadar kilise korolarıyla geldiği izah
gerektirmeyecek bir vakıadır. Bizim musikimizde de tarikatlar bu işi
üstlenmişlerdir. Bir tarafta tasavvuf musikimiz, diğer yanda hafız, müezzin ve
imam kökenli müzik adamlarımızın Kuranı ve ezanı makamlı okumaları ve birçok
ilahilerin makam üzere icrası, bu alanda hiçbir okul veya konservatuarın
bulunmadığı yıllarda klasik Türk Musikisini günümüzün okullu dönemine kadar
taşımıştır. Bu örnekleri çoğaltmaya gerek görmüyoruz. Ancak bu kadar az örnek
bile insanın estetik zevkini ve sanat hassasiyetini dinin beslediğini göstermeye
yeterlidir.
EĞİTİM:
Taş devrinden itibaren ilk ve ortaçağlar
boyunca dünyevi gayeler için okul açılmamıştır. Dünya eğitim tarihi gözden
geçirilince görülecektir ki, ilk birkaç bin yıldaki eğitim tamamen veya büyük
oranda dini amaçlı ve dini kaynaklıdır. Dinin kurallarını, kitabını, ayinlerini
ve dualarını cemaate ve çocuklarına öğretmek arzu ve gayesi eğitim – öğretim
kurumunu doğurmuştur. O yıllarda öğretmenler de tamamen din adamlarıdır. Bu
gelenek kısmen yirminci asra kadar gelmiştir. İslam medeniyetindeki camilerin
çevresindeki külliyelerin bir kısmının daima eğitime hasredildiği bilinen bir
gerçektir. Aynı şey kiliseler, havralar ve Budist manastırları için de
geçerlidir. Ruhban okullarının Batı’daki kolej geleneğinin temelini
oluşturduğu, hatta üniversitelerin de buradan geliştiği biliniyor. Kısaca
eğitim başlangıçta tamamen dini amaçlı başlamış, medeniyet geliştikçe
dünyevileşmeye başlamıştır.
Yazı
için de aynı şeyler söylenebilir: İlk yazılar çocuklara öğretmen veya doktor
olması için öğretilmedi. Dinin kutsal kitapta yazılı olan hükümlerini öğretmek
ve geniş kitlelere yaymak için öğrenildi ve öğretildi. Fenikelilerde yazıların
yazılmasında kullanılan ağaç kabuğu anlamına gelen bible kelimesinin bugün kitab-ı
mukaddes anlamında kullanılması bu sebeptendir.
BİLİM:
Felsefe tanrının varlığı-yokluğu
tartışmalarından başlamak üzere evrenin yaratılmış veya oluşmuş olduğu gibi
konular çerçevesinde akıl yürütmelerden doğmuş, sonra zamanla gelişerek birçok
bilimleri de kendi bünyesinden çıkarmıştır. Semavi dinlerin felsefe anlayışı
gibi ateist felsefenin de temel konuları arasında daima din ve kurumları
olmuştur.
Tarih
de dinlerden çok etkilenmiştir. Eskiçağın pagan dinleri ve hatta semavi
dinlerin müntesipleri din ulularının hikâyelerini yazmak ve inananlarına
öğretmek istemişlerdir. Tevrat, İncil ve Kuran’ın bize verdiği bilgilerin
önemine ilave olarak bu kitapların yaydığı inançlar çerçevesinde oluşan
ümmetlerin ilk yıllarına dair bilgileri içeren diğer ikinci derece d kitap ve
yazılar da dini belge özelliğini taşımaktadırlar. İslam’ın hadis derleme
metodunun herhalde günümüzdeki sözlü tarih derlemelerinden farkı az olsa
gerektir. Hitit krallarının tanrılara hesap verme anlayışı ile diktikleri
yıllıklardaki bilgiler, tanrının gerçeği nasıl olsa bildiği ve ona yalan
anlatmanın yanlışlığından dolayı bize doğru tarihi bilgileri ulaştırmıştır.
Tıbbın
da benzer etkileri olmuştur. İslam’daki Tıbb-ı Nebevi buna örnek olarak
gösterilebilir.
Yazı ve
eğitimin doğuşunda dinin etkisini ifade etmiştik. Bu ikisi zaten bütün
bilimlerin ve kültürün temeli değil midir? Başka söze ne hacet?
MERHAMET VE
SORUMLULUK:
Dinden başka hiçbir güç, insanlara mallarını
ve canlarını bir gaye uğruna toptan feda ettiremez. Fenikeliler Molok için en
sevdikleri yavrularını, erkek çocuklarını feda etmediler mi? Mezopotamya’da
hizmetçilerin ve nedimelerin efendileriyle diri diri gömülmeleri ve üstelik bu
gömülen kurbanların havasızlıktan ölünceye kadar efendilerinin ruhunu huzur
içinde tutmak için sazlar çalmaları ve ölürken bile can derdiyle ellerinden
sazlarını fırlatıp atmamaları nasıl güçlü bir iman ve teslimiyeti göstermekte
olduğu düşünülmelidir. Piramitlerin inşası sırasında çalıştırılan işçilerin ve
kölelerin o eşsiz Firavun bağlılığı hala araştırıcıları hayrete düşürmektedir.
İslam
vakıfları ve aynı şekilde hayır için kurulmuş diğer vakıflar da bu alanda başlı
balına önemli bir bahis oluşturmaktadır.
Hangi güç asırlardan beri insanlara mülkünün bir kısmını toplum
menfaatine olarak elden çıkarmasını isteyip de yaptırabildi? Üç beş kuruş için
cinayetlerin işlendiği bir dünyada büyük servetleri muhtaçlara veya hiç
tanınmayan yabancılara faydalanmaları için tahsis ettiren güç dindir. Sadaka-i
cariye anlayışına göre sürekli Allah rızasına ulaşma isteği en önemli hayır ve
hasenat teşvikçisi olmuştur. Aynı inançla kurban, zekât ve diğer güzellikler de
asırlardan beri işlenmektedir.
Bu sorumluluk
ve güçsüzlere yardım ruhu, bu şefkat anlayışı İslam’ın kazandırdığı bir
haslettir. Dinlerin bu etkisi olmasaydı, insanlığımızın çok şeyi eksik olurdu.
Dinler iktisadî düzen olarak da aşırı kârı, tefeciliği ve yolsuzluğu men
ederek, insanlığın vicdanına manevi bir emniyet görevlisi ve yardım meleği
dikmişlerdir. Asırlar boyunca hiçbir dünyevi güç bunu başaramamış ve bundan
sonra da başaramayacaktır.
AHLAK:
Dinle ilgili verdiğimiz son örnekler ahlak
sistemlerinin de dinden kaynaklandığını göstermektedir. Ahlak kurallarının dini
orijinli olduğunu açıklamayı gereksiz görüyoruz. Yüksek dağlarda, ormanlarda ve
devletlerin kolluk kuvvetlerinin güçlerinin yetmediği her türlü tenha yerlerde azgın
ihtiraslarla dolu insanların suç hassasını törpüleyen, taşkınlıkları frenleyen
ahlak kodlarını din dışı kaynaklar sağlayabilir miydi? Hakka razı olmayı
öğretmek, insanın içindeki hayâ ve teeddüp abidesini yükseltmek dinsiz ne kadar
sağlanabilirdi? Elbette bütün suçlar karşısında insanı koruyan güçlerden biri
dinden kaynaklanan ahlaki tarafımızdır.
SAVAŞLAR VE
DİĞER OLUMSUZLUKLAR:
Dinler birçok olumlu rollerinin yanı sıra
birçok cinayetleri, savaşları, kamplaşmaları ve bitmez tükenmez kinleri de beraberinde
getirmiştir. Haçlı seferleri ve benzeri barbarlıkların da müsebbibi ve
teşvikçisi dinlerdir. Bu arada birçok dini inanç taassubu besleyerek insanlığın
içini kemiren kurda dönüşmüştür.
Biz bu
örnekleri daha da artırmak istemiyoruz. Ancak bahsetmediğimiz daha nice
örneklerle birlikte anlattığımız olgular medeniyetin bugünkü seviyesine
ulaşmasını sağlayan en belirgin amillerin başında gelmektedir. Bütün bunlar
bize dinin medeniyet tarihindeki rolünü göstermektedir. Bu rol, sürüleri
cemiyete, vahşeti medeniyete ve iki bacaklı mahlûkları insana dönüştüren bir
mahiyet arz etmektedir.
§ OMÜ, Fen
Edebiyat Fak. Tarih Bölümü
[1] Burada en geniş anlamıyla
bir inançlar bütünlüğü anlamında “din” ve inanılan varlık olarak “Tanrı”yı ele
alıyoruz. Din ile İslam’ı Tanrı ile Allah’ı kastettiğimiz zaman bu
belirtilecektir.
[2] Diğer ikisi korku ve
eğlence amaçlı toplanmalardır.
[3] Bu konu şu eserde
ayrıntılı ve yetkin bir şekilde tartışılmıştır. Recai G. Okandan, Devletin Menşei, İstanbul, 1948
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder