OTOMOBİL ÜRETME MACERAMIZ
Doç. Dr. Fahri SAKAL
Sayın
Başbakan’ın yerli bir Türk Otomobili üretilmesi ile ilgili talepleri geçen ay
kamuoyunda yeterli ilgi ile karşılanmıştır diyebiliriz. Ama bir ayrıntı
kamuoyunun dikkatinden kaçtı. CHP’li politikacılardan biri, Umut Oran bu fikre
karşı çıktı. Türkiye’nin bu işi yapamayacağını söyledi. Aslında şöyle bir
polemik yapılabilirdi: “Doğrudur. Türkiye otomobil yapamaz. Sizin kurduğunuz
rejim yapamaz. Ama bakın Mollaların İran’ı yapıyor. Damat Ferit’in savunduğu o
yılların İngiliz Sömürgesi olan Hindistan yapıyor. Tam bağımsızlıkçı ve
Ulusalcı Türkiye yapamaz.”
Ama
biz böyle bir polemiği değil, bir tarihçi sıfatımızla bu ülkede yerli üretimi
yaptırmayanlar hakkında bölük pörçük fikirlerimizi basında Türk insanı ile
paylaşmayı uygun görüyoruz.
TÜRKİYE’NİN
SAHİPLERİ KİMLER?
Önce
bir iddia ile yazıya başlayalım: Türkiye’nin sahipleri bu ülkede yaşayan ve
sessiz çoğunluğu oluşturan halk değildir! Sosyoekonomik ve kültürel olarak geri
kalmış olan bu halkı, içinden çıkan okumuşları da asla tanımamıştır. Cemil
Meriç’in ifadesiyle onlar “Batı’nın
yeniçerileridir.” Bu millet ise meselelerini tanımak ve onlara çare üretmek
için yeterli donanıma sahip değildir. Bahaeddin Özkişi’nin bir hikâyesindeki mahkûmun
İsviçre’yi bir adam adı sanması da halkımızın durumunu açıklamaktadır. Hikâyedeki
mahkûm cezaevi müdürünü sevmediğini söyler. “Çünkü” der, “sen bizim köye
yapılan ilkokula benziyorsun. Okul moderndi, bizim döküntü evlerimize inat yeni
ve bize yabancıydı. Okula baktıkça evlerimizi ve bizi tahkir ettiğini
düşünüyordum. Okulun modeli İsviçre’den alınmış derlerdi. Sonradan öğrendim,
İsviçre’nin bir ülke olduğunu. Sen de o okul gibi bizi aşağıladın. Seni de o
okulu da sevmedim.” Mahkûm bunları söyledikten sonra sıkıca tuttuğu elindeki
cam kırıklarını müdüre uzatır ve “taş atıp kırdığım okulun camlarını sana
veriyorum” der, “okulun modeli İsviçre’den, seninki ise Avrupa’dan alınmış.”
İşte halkın devlete ve onun yetiştirdiği bürokrat ve aydın kesime bakışı. Elbet
bilimsel bir tesbit değildir, tartışılabilir bu hüküm. Ama merkezden çevreyi
yola getirici ve itaat ettirici anlayışa sahip olan güç sahipleri ve elitlerin birçok
konuda halkın ihtiyaçlarını değil kendi taleplerini öne alacaklarını kestirmek
için allame olmaya gerek yoktur. Birçok konuda halkın ve memleketin çıkarlarını
ideolojik saplantıları ve elitçi çıkar hesapları ile ezmişlerdir. İktisatçı
İdris Küçükömer hem “Düzenin Yabancılaşması”nı tesbit ederken hem de
emperyalizme karşı olduğu bahanesiyle Ereğli Demir-Çelik tesislerinin
kurulmasına karşı çıkmıştır. Bu ülke demir ve çelik üretmezse acaba nasıl
kalkınıp emperyalizme dur diyecekti? Bu aydınlar ülkeyi kalkındıracak her ciddi
yatırıma böyle ideolojik kılıflar geçirerek karşı çıkmışlardır. “Emperyalizme
karşıyız” adı altında bu ülkeye gelecek yatırımlara karşı çıkmak emperyalizm hizmetkârlığının
en kestirme yolu değil midir?
BİZDEKİ
MURO DEVRİMCİLİĞİ
Bu
tavrın en bariz örneği 1961 yılındaki “Devrim” otomobili komedisidir. Şöyle bir
hatırlayalım: Anlı şanlı devrimci ve darbecilerimiz gayet ve dehşetli ilerici
olduklarından, dört ay gibi kısa bir sürede Devrim’i yapmışlardı. Ancak yaptıkları(!)
otomobilin motoru Cemal Aga’nın test sürüşü esnasında durunca “Batı kafasıyla
otomobil yaptınız, ama doğu kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz ” sözleri ile Paşa’dan fırçayı yemişlerdi!
Ya
gördünüz mü “na gadan” ilerici paşalarımız var!? Kafalarımızın batılı olduğunu,
ama bir köşede doğu kafası özelliğimizin halen sürdüğünü biliyorlar! Batılı
kafalar iş yapar, Doğulu kafalar ise böyle sakarlık alametleri sergiler! Bir de
“hain” basın yok mu, ertesi gün “yüz metrede bozuldu” diye yazmışlar da, proje
akamete uğramış! İnanalım mı?
Elli
yıldır gökte uçan kargalar bile bu sözlere gülüyor da Türk entel ve dantelleri
hala uyanamadılar. En aklı başında olanlar bile sormadılar ki, yahu benzin
bittiyse Ankara’da bir bidon benzin bulunamaz mıydı? Aynı gün Paşa meşgul ise
bir başka gün depoyu “fulleyip” o yalancı basın susturulamaz mıydı? Hem dört
ayda sıfırdan otomobil yaptık diye havalar atarsın, hem “ABD’den zılgıtı
yedikte üretime geçmemek için bu yalanları uydurduk ve milleti bu yalanlarla
uyuttuk” diye itiraf edemezsin. Dehşetli “Amerikan karşıtları” da darbelerinin
ABD projesi olduğunu ve Sam Amcalarının o yıllarda Türkiye’de bir yerli
otomobile müsaade etmeyeceğini söyleyemezler. Çünkü darbenin bile Menderes’in
Rusya ile kurmaya hazırlandığı iktisadi işbirliğini engellemek için ABD’nin
isteği doğrultusunda yapıldığını itiraf edecek kadar ne bilgileri ne de ahlaki
hassasiyetleri vardır!
O
yıllarda Türkiye otomobil piyasasına yüksek oranda iki Amerikan markasının hâkim
olduğunu pek dehşetli darbecilerimiz hala bilmez. Sadede gelelim: Bu ülkede bir
hayırlı teşebbüs, “benzin unutuldu” diye unutturuldu. Milleti böyle uyuttular.
Bir Allah kulu “hadi benzin benden şu projeyi sürdürün” demedi. Asıl başka
kayda değer konular da vardı. 1-Dört ayda sıfırdan yüzde yüz yerli bir model
geliştirilemez. Özellikle 1961 Türkiyesi’nde bu mümkün değildir. 2- Birilerinin
araç ve motorlarından parça ve bölümler aşırırsanız yapılır, ona da hem Amcaları
hem de patent yasaları müsaade etmez. 3- Böyle bir aracı dört ayda “yaptık
oldu” havalarına gireceğinize, “yaptık, motor da çalıştı, ama üzerinde birkaç
yıl daha çalışmalıyız” deselerdi 65-70’lere doğru, yani 4 ayda değil 4 yıl
belki 6 yılda gerçek bir Türk arabası ortaya çıkabilirdi. Cemal Aga şarklı
kafadan bahsediyor, kendisi dehşetli batıcı ya!!! Demek ki batı yakasında
otomobil böyle yapılırmış!
Acaba
Türkiye’de yerli veya yabancı otomotiv markalarının üretilmesini istemeyenler
bulunabilir mi? Evirip çevirmeden söyleyelim: 1970’lerde otomobilde üc marka
üretiliyordu. Birini sistemin bir sahibi olan kurum Oyak, diğer ikisini
sistemin diğer sahibi olan İstanbul Dukalığının amiral gemisine sahip Koç
üretiyordu. Sistemin bu iki sahipleri kendilerine bu ülkede rakip çıkmasını isterler
miydi?
Bazı
örneklerle bu soruya cevap arayalım. Bakalım TC İktisat Tarihinin bu sayfaları
bize neler öğretiyor:
OPEL
NEDEN GİTTİ?
Özal
döneminde İzmir Torbalı’da Opel bir fabrika yaptı, Vectra üretip yurt dışına
satıyorlardı. Fabrikanın hizmete açılış konuşmasında Özal, Akbulut, diğer
önemli zevat ve Opel Dünya CEO’su ve yetkilileri geldiler ve konuşmalar
yaptılar. Dünya çapında bir marka teknoloji ve sermaye getiriyor, Türk işçisine
iş veriyor ve ihracat yapıyor. Basın için bundan daha güzel haber konusu olur
mu? Dokuz sütuna manşetlik bir konu. Şimdi sıkı dur ey okuyucu. Fabrikanın
açılışının ertesi günü gazetelerin Karadeniz baskılarını inceledik. Bazı
gazetelerde bu yatırım ve üretimle ilgili tek satır haber yoktu. Mesela
Milliyet’in Karadeniz baskısında bu konuda bir yazı veya yorum göremedik. Manşet
haber şuydu: “Genelev kadınları Devlet Bakanı Cemil Çiçek’i protesto ediyor.”
Neyse bakanın kusuru, merak eden gazeteye bakabilir. Böyle ekonomik bir başarı
haberi neden es geçilmişti? Cevabını biz verelim: O dönemde Özal’ın
yıpratılması için birileri düğmeye basmışlardı. 28 Şubata zemin hazırlanıyordu.
Ülkeye Opel’i getirmenin ne âlemi vardı. Ekonomi batmalı idi ki Özal
yıpransındı. Sonunda hem Özal’ın işi bitti hem de Opel Türkiye’den gitti.
PEGUEOT
VE CİTROEN
Asil
Nadir’i bilirsiniz. Bir zamanlar elektronik şirketinin adı Polly Peck
İnternational dünyanın en büyükleri arasında dördüncülüğe çıkmıştı. Kıbrıs’a
bir sürü yatırım yapmış ve Ada’yı servete doyurmuştu. Herhalde Rumlar,
Amerikalılar, Yunanlılar ve İngilizler çok rahatsızdı. Derken bir haber çıktı
basınımızda. Asil Nadir yukarıda adı yazılı iki Fransız otomobilini Türkiye’de
üretecek ve makul bir fiyatla piyasaya sürecekti. Türkiye’nin iki sahibi de
herhalde rahatsız olmuş bulunmalı. Derken Nadir ailesi için hem İngiltere’de
hem de Türkiye’de yolsuzluk iddiaları duyuldu. Şirketleri elinden alındı ve iki
modelin üretilmesi rafa kalktı. Böylece emperyalizmi bir defa daha Türkiye’ye
sokmamış olduk!
YA
MAZDA
Halis
Toprak, nam-ı diğer Halis Ağa, Diyarbakır Liceli’dir. Bu Japon markasını
Türkiye’de üretmek ister ve Lice’ye fabrika kurmak için harekete geçer. Derhal
İstanbul dukalığının malum gazetelerinde bir haber: Maliye uzmanları Toprak
Holding’in şirketlerinde yolsuzluk iddiası üzerine vergi ve yolsuzluk
araştırmasına başladılar. Ertesi gün Japonya’dan açıklama gecikmeden geldi:
“Ülkesinde şaibe altında olan şirketlerle işbirliğimiz olamaz”! Böylece emperyalizmin
yeni bir savletini daha def etmiş oluyorduk. Ne mutlu işsizlerimize ki
kurtuldular. As kalsın Mazda tarafından sömürüleceklerdi!
ÖZDEMİR
SABANCI’YI SOLCU MUSTAFA DUYAR MI ÖLDÜRDÜ?!
Bu
bahsi daha kısa geçiyorum. Birçok safdile göre Özdemir Sabancı’yı Mustafa Duyar
isimli bir solcu çocuk öldürdü. Tetiği Duyar çekmiş olabilir, ama bu operasyon
kimlerin işiydi acaba? Toyota’nın Türkiye’ye sokulmaması için bir operasyon
olmasın? Nitekim bir süre sonra Sabancılar % 50 olan ortaklığı bitirerek
şirketlerini Japonlara sattılar. Sebebini bilmem Holding açıklar mı? Bu saatten
sonra sanmıyorum. Zira taşlar yerine oturmuş ve menfaatler paylaşılmış
durumdadır.
İMZA
SKANDALI
Hafızalarımızda
en taze bilgiler Jet Fazıl adlı şehir efsanesi ile ilgilidir. Almanya’dan para
toplamışlar da, yolsuzluk yapmışlar da, insanları mağdur etmişler de haklarından
gelinmeliymiş. Bir şirket veya iş adamı yolsuzluk yaparsa, o, devletin ilgili
birimlerinin ve uzmanlarının işidir. Ben onu bilmem. Ama ben bir tarihçiyim ve
sosyal olayları çok sıkı takip ederim. Bazen belgeler bizleri yanıltabilirler.
Belgeleri okuduğumuz kadar olayları da okumak ve istidlal yapmak gerekir. Jet
Fadıl ile ilgili belge ve olay okumasındaki özel durum: Fadıl Akgündüz ve
Jet-Pa Holding, İmza adlı yüzde yüz yerli, lisansı ve patentiyle yerli bir Türk
otomobili üreteceğini ve bu markayı üstelik Güneydoğu’da gerçekleştireceğini
söylediğinde şirketi 12 yıllık bir maziye sahipti. Bu adamların 12 yıldır
hiçbir yolsuzluğunu duymamış olan Türk kamuoyu İmza üretimiyle birlikte birden
yolsuzluk, hırsızlık ve Almanya’da işçilerimizi dolandırmakla suçlanmaya
başlandılar. Birileri basit bir işadamı yolsuzluğunun ötesinde bir şeymiş gibi bu
meseleye ideolojik kılıf da taktılar. Jet Fadıl “medya” da müthiş bir kinle
karalanmaya başlandı. Fadıl’a para kaptıranlardan çok, İstanbul dukalığının
basın burçlarından öyle hurralar la savletler yapıldı ki, sonunda İmza da
başlamadan bitmiş oldu. İlericilik yine galip gelmişti.
İhlâs
Holding’in Kia ile muhabbeti nasıl bitti bilemiyoruz, ama onlar da İslamcı
holdinglerin yolsuzluğu adı altındaki politikalarla bitirildiler. İhlâs Oto
çalışmaları da böylece nihayete erdi. Ebedi muktedirler ve Türkiye’nin
sahipleri bir kere daha sınırlarımızı emperyalizmden korumakta başarılı
olmuşlardı!!!
Ankaralı
bir vatandaşın Etox adı ile yaptığı ve görüntüsü muhteşem otomobile dünyadaki
hiçbir firmanın motor vermediğini basından okumuşsunuzdur. Etox’un sahibinin bu
konudaki sözleri çok manidardır: Türkiye’deki bütün üretici firmalar birer
yabancı distribütörüdür. Göbek bağıyla her biri dışarıya bağımlıdır. Yerli
üretimi istemezler.
Şimdi
tutmuş Başbakan “yerli bir otomobil yapabilirsiniz” diyor ve ilk tepkiyi veren
“emperyalizme karşı savaş veren” bir partinin, CHP’nin bir mensubu oluyor.
Evet, Umut Oran Beyefendi “bu iş ciddi bir iştir, üretemeyiz” buyurmuşlar.
Pekiyi Devrim neyin nesiydi? İranlı Samand’ı, Hintli Tata’yı nasıl üretiyor?
Hayır bay Oran hayır, mesele Türkiye’nin sahipliği meselesidir. Sahipler
isterse dağları bile yürütür.
Bay
Oran açıklamalı: Üretme kabiliyetimiz mi yok, iznimiz mi yok, yoksa
kendilerinin onayı mı yok!?
Acaba
birileri “Anadolu sermayesi yeşil rengi ile bu işlere burnunu sokmaya kalkar;
nemize lazım, müteyakkız bulunmalıyız!” diye mi düşünüyor.
Türkiye
kuşatılmamış olsaydı, şimdiye kadar Devrim de, Kayseri ve Ankara’daki uçak
projeleri de, Nuri Paşa’nın Sütlüce’deki askeri mühimmat ve silah üretimleri de
devam edip günümüze ulaşmış ve teknolojilerini çok ilerletmiş olacaklardı.
İzin
ver de araba yapalım ya sahip!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder