2 Şubat 2014 Pazar

OTOMOBİL ÜRETME MACERAMIZ

          OTOMOBİL ÜRETME MACERAMIZ
                                                                                                                                                                                                                  Doç. Dr. Fahri SAKAL
Sayın Başbakan’ın yerli bir Türk Otomobili üretilmesi ile ilgili talepleri geçen ay kamuoyunda yeterli ilgi ile karşılanmıştır diyebiliriz. Ama bir ayrıntı kamuoyunun dikkatinden kaçtı. CHP’li politikacılardan biri, Umut Oran bu fikre karşı çıktı. Türkiye’nin bu işi yapamayacağını söyledi. Aslında şöyle bir polemik yapılabilirdi: “Doğrudur. Türkiye otomobil yapamaz. Sizin kurduğunuz rejim yapamaz. Ama bakın Mollaların İran’ı yapıyor. Damat Ferit’in savunduğu o yılların İngiliz Sömürgesi olan Hindistan yapıyor. Tam bağımsızlıkçı ve Ulusalcı Türkiye yapamaz.”
Ama biz böyle bir polemiği değil, bir tarihçi sıfatımızla bu ülkede yerli üretimi yaptırmayanlar hakkında bölük pörçük fikirlerimizi basında Türk insanı ile paylaşmayı uygun görüyoruz.

TÜRKİYE’NİN SAHİPLERİ KİMLER?
Önce bir iddia ile yazıya başlayalım: Türkiye’nin sahipleri bu ülkede yaşayan ve sessiz çoğunluğu oluşturan halk değildir! Sosyoekonomik ve kültürel olarak geri kalmış olan bu halkı, içinden çıkan okumuşları da asla tanımamıştır. Cemil Meriç’in ifadesiyle onlar  “Batı’nın yeniçerileridir.” Bu millet ise meselelerini tanımak ve onlara çare üretmek için yeterli donanıma sahip değildir. Bahaeddin Özkişi’nin bir hikâyesindeki mahkûmun İsviçre’yi bir adam adı sanması da halkımızın durumunu açıklamaktadır. Hikâyedeki mahkûm cezaevi müdürünü sevmediğini söyler. “Çünkü” der, “sen bizim köye yapılan ilkokula benziyorsun. Okul moderndi, bizim döküntü evlerimize inat yeni ve bize yabancıydı. Okula baktıkça evlerimizi ve bizi tahkir ettiğini düşünüyordum. Okulun modeli İsviçre’den alınmış derlerdi. Sonradan öğrendim, İsviçre’nin bir ülke olduğunu. Sen de o okul gibi bizi aşağıladın. Seni de o okulu da sevmedim.” Mahkûm bunları söyledikten sonra sıkıca tuttuğu elindeki cam kırıklarını müdüre uzatır ve “taş atıp kırdığım okulun camlarını sana veriyorum” der, “okulun modeli İsviçre’den, seninki ise Avrupa’dan alınmış.” İşte halkın devlete ve onun yetiştirdiği bürokrat ve aydın kesime bakışı. Elbet bilimsel bir tesbit değildir, tartışılabilir bu hüküm. Ama merkezden çevreyi yola getirici ve itaat ettirici anlayışa sahip olan güç sahipleri ve elitlerin birçok konuda halkın ihtiyaçlarını değil kendi taleplerini öne alacaklarını kestirmek için allame olmaya gerek yoktur. Birçok konuda halkın ve memleketin çıkarlarını ideolojik saplantıları ve elitçi çıkar hesapları ile ezmişlerdir. İktisatçı İdris Küçükömer hem “Düzenin Yabancılaşması”nı tesbit ederken hem de emperyalizme karşı olduğu bahanesiyle Ereğli Demir-Çelik tesislerinin kurulmasına karşı çıkmıştır. Bu ülke demir ve çelik üretmezse acaba nasıl kalkınıp emperyalizme dur diyecekti? Bu aydınlar ülkeyi kalkındıracak her ciddi yatırıma böyle ideolojik kılıflar geçirerek karşı çıkmışlardır. “Emperyalizme karşıyız” adı altında bu ülkeye gelecek yatırımlara karşı çıkmak emperyalizm hizmetkârlığının en kestirme yolu değil midir?



BİZDEKİ MURO DEVRİMCİLİĞİ
Bu tavrın en bariz örneği 1961 yılındaki “Devrim” otomobili komedisidir. Şöyle bir hatırlayalım: Anlı şanlı devrimci ve darbecilerimiz gayet ve dehşetli ilerici olduklarından, dört ay gibi kısa bir sürede Devrim’i yapmışlardı. Ancak yaptıkları(!) otomobilin motoru Cemal Aga’nın test sürüşü esnasında durunca “Batı kafasıyla otomobil yaptınız, ama doğu kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz ”  sözleri ile Paşa’dan fırçayı yemişlerdi!
Ya gördünüz mü “na gadan” ilerici paşalarımız var!? Kafalarımızın batılı olduğunu, ama bir köşede doğu kafası özelliğimizin halen sürdüğünü biliyorlar! Batılı kafalar iş yapar, Doğulu kafalar ise böyle sakarlık alametleri sergiler! Bir de “hain” basın yok mu, ertesi gün “yüz metrede bozuldu” diye yazmışlar da, proje akamete uğramış! İnanalım mı?
Elli yıldır gökte uçan kargalar bile bu sözlere gülüyor da Türk entel ve dantelleri hala uyanamadılar. En aklı başında olanlar bile sormadılar ki, yahu benzin bittiyse Ankara’da bir bidon benzin bulunamaz mıydı? Aynı gün Paşa meşgul ise bir başka gün depoyu “fulleyip” o yalancı basın susturulamaz mıydı? Hem dört ayda sıfırdan otomobil yaptık diye havalar atarsın, hem “ABD’den zılgıtı yedikte üretime geçmemek için bu yalanları uydurduk ve milleti bu yalanlarla uyuttuk” diye itiraf edemezsin. Dehşetli “Amerikan karşıtları” da darbelerinin ABD projesi olduğunu ve Sam Amcalarının o yıllarda Türkiye’de bir yerli otomobile müsaade etmeyeceğini söyleyemezler. Çünkü darbenin bile Menderes’in Rusya ile kurmaya hazırlandığı iktisadi işbirliğini engellemek için ABD’nin isteği doğrultusunda yapıldığını itiraf edecek kadar ne bilgileri ne de ahlaki hassasiyetleri vardır!
O yıllarda Türkiye otomobil piyasasına yüksek oranda iki Amerikan markasının hâkim olduğunu pek dehşetli darbecilerimiz hala bilmez. Sadede gelelim: Bu ülkede bir hayırlı teşebbüs, “benzin unutuldu” diye unutturuldu. Milleti böyle uyuttular. Bir Allah kulu “hadi benzin benden şu projeyi sürdürün” demedi. Asıl başka kayda değer konular da vardı. 1-Dört ayda sıfırdan yüzde yüz yerli bir model geliştirilemez. Özellikle 1961 Türkiyesi’nde bu mümkün değildir. 2- Birilerinin araç ve motorlarından parça ve bölümler aşırırsanız yapılır, ona da hem Amcaları hem de patent yasaları müsaade etmez. 3- Böyle bir aracı dört ayda “yaptık oldu” havalarına gireceğinize, “yaptık, motor da çalıştı, ama üzerinde birkaç yıl daha çalışmalıyız” deselerdi 65-70’lere doğru, yani 4 ayda değil 4 yıl belki 6 yılda gerçek bir Türk arabası ortaya çıkabilirdi. Cemal Aga şarklı kafadan bahsediyor, kendisi dehşetli batıcı ya!!! Demek ki batı yakasında otomobil böyle yapılırmış!

Acaba Türkiye’de yerli veya yabancı otomotiv markalarının üretilmesini istemeyenler bulunabilir mi? Evirip çevirmeden söyleyelim: 1970’lerde otomobilde üc marka üretiliyordu. Birini sistemin bir sahibi olan kurum Oyak, diğer ikisini sistemin diğer sahibi olan İstanbul Dukalığının amiral gemisine sahip Koç üretiyordu. Sistemin bu iki sahipleri kendilerine bu ülkede rakip çıkmasını isterler miydi?

Bazı örneklerle bu soruya cevap arayalım. Bakalım TC İktisat Tarihinin bu sayfaları bize neler öğretiyor:

OPEL NEDEN GİTTİ?
Özal döneminde İzmir Torbalı’da Opel bir fabrika yaptı, Vectra üretip yurt dışına satıyorlardı. Fabrikanın hizmete açılış konuşmasında Özal, Akbulut, diğer önemli zevat ve Opel Dünya CEO’su ve yetkilileri geldiler ve konuşmalar yaptılar. Dünya çapında bir marka teknoloji ve sermaye getiriyor, Türk işçisine iş veriyor ve ihracat yapıyor. Basın için bundan daha güzel haber konusu olur mu? Dokuz sütuna manşetlik bir konu. Şimdi sıkı dur ey okuyucu. Fabrikanın açılışının ertesi günü gazetelerin Karadeniz baskılarını inceledik. Bazı gazetelerde bu yatırım ve üretimle ilgili tek satır haber yoktu. Mesela Milliyet’in Karadeniz baskısında bu konuda bir yazı veya yorum göremedik. Manşet haber şuydu: “Genelev kadınları Devlet Bakanı Cemil Çiçek’i protesto ediyor.” Neyse bakanın kusuru, merak eden gazeteye bakabilir. Böyle ekonomik bir başarı haberi neden es geçilmişti? Cevabını biz verelim: O dönemde Özal’ın yıpratılması için birileri düğmeye basmışlardı. 28 Şubata zemin hazırlanıyordu. Ülkeye Opel’i getirmenin ne âlemi vardı. Ekonomi batmalı idi ki Özal yıpransındı. Sonunda hem Özal’ın işi bitti hem de Opel Türkiye’den gitti.


PEGUEOT VE CİTROEN
Asil Nadir’i bilirsiniz. Bir zamanlar elektronik şirketinin adı Polly Peck İnternational dünyanın en büyükleri arasında dördüncülüğe çıkmıştı. Kıbrıs’a bir sürü yatırım yapmış ve Ada’yı servete doyurmuştu. Herhalde Rumlar, Amerikalılar, Yunanlılar ve İngilizler çok rahatsızdı. Derken bir haber çıktı basınımızda. Asil Nadir yukarıda adı yazılı iki Fransız otomobilini Türkiye’de üretecek ve makul bir fiyatla piyasaya sürecekti. Türkiye’nin iki sahibi de herhalde rahatsız olmuş bulunmalı. Derken Nadir ailesi için hem İngiltere’de hem de Türkiye’de yolsuzluk iddiaları duyuldu. Şirketleri elinden alındı ve iki modelin üretilmesi rafa kalktı. Böylece emperyalizmi bir defa daha Türkiye’ye sokmamış olduk!


YA MAZDA
Halis Toprak, nam-ı diğer Halis Ağa, Diyarbakır Liceli’dir. Bu Japon markasını Türkiye’de üretmek ister ve Lice’ye fabrika kurmak için harekete geçer. Derhal İstanbul dukalığının malum gazetelerinde bir haber: Maliye uzmanları Toprak Holding’in şirketlerinde yolsuzluk iddiası üzerine vergi ve yolsuzluk araştırmasına başladılar. Ertesi gün Japonya’dan açıklama gecikmeden geldi: “Ülkesinde şaibe altında olan şirketlerle işbirliğimiz olamaz”! Böylece emperyalizmin yeni bir savletini daha def etmiş oluyorduk. Ne mutlu işsizlerimize ki kurtuldular. As kalsın Mazda tarafından sömürüleceklerdi!



ÖZDEMİR SABANCI’YI SOLCU MUSTAFA DUYAR MI ÖLDÜRDÜ?!
Bu bahsi daha kısa geçiyorum. Birçok safdile göre Özdemir Sabancı’yı Mustafa Duyar isimli bir solcu çocuk öldürdü. Tetiği Duyar çekmiş olabilir, ama bu operasyon kimlerin işiydi acaba? Toyota’nın Türkiye’ye sokulmaması için bir operasyon olmasın? Nitekim bir süre sonra Sabancılar % 50 olan ortaklığı bitirerek şirketlerini Japonlara sattılar. Sebebini bilmem Holding açıklar mı? Bu saatten sonra sanmıyorum. Zira taşlar yerine oturmuş ve menfaatler paylaşılmış durumdadır.

İMZA SKANDALI
Hafızalarımızda en taze bilgiler Jet Fazıl adlı şehir efsanesi ile ilgilidir. Almanya’dan para toplamışlar da, yolsuzluk yapmışlar da, insanları mağdur etmişler de haklarından gelinmeliymiş. Bir şirket veya iş adamı yolsuzluk yaparsa, o, devletin ilgili birimlerinin ve uzmanlarının işidir. Ben onu bilmem. Ama ben bir tarihçiyim ve sosyal olayları çok sıkı takip ederim. Bazen belgeler bizleri yanıltabilirler. Belgeleri okuduğumuz kadar olayları da okumak ve istidlal yapmak gerekir. Jet Fadıl ile ilgili belge ve olay okumasındaki özel durum: Fadıl Akgündüz ve Jet-Pa Holding, İmza adlı yüzde yüz yerli, lisansı ve patentiyle yerli bir Türk otomobili üreteceğini ve bu markayı üstelik Güneydoğu’da gerçekleştireceğini söylediğinde şirketi 12 yıllık bir maziye sahipti. Bu adamların 12 yıldır hiçbir yolsuzluğunu duymamış olan Türk kamuoyu İmza üretimiyle birlikte birden yolsuzluk, hırsızlık ve Almanya’da işçilerimizi dolandırmakla suçlanmaya başlandılar. Birileri basit bir işadamı yolsuzluğunun ötesinde bir şeymiş gibi bu meseleye ideolojik kılıf da taktılar. Jet Fadıl “medya” da müthiş bir kinle karalanmaya başlandı. Fadıl’a para kaptıranlardan çok, İstanbul dukalığının basın burçlarından öyle hurralar la savletler yapıldı ki, sonunda İmza da başlamadan bitmiş oldu. İlericilik yine galip gelmişti.
İhlâs Holding’in Kia ile muhabbeti nasıl bitti bilemiyoruz, ama onlar da İslamcı holdinglerin yolsuzluğu adı altındaki politikalarla bitirildiler. İhlâs Oto çalışmaları da böylece nihayete erdi. Ebedi muktedirler ve Türkiye’nin sahipleri bir kere daha sınırlarımızı emperyalizmden korumakta başarılı olmuşlardı!!!
Ankaralı bir vatandaşın Etox adı ile yaptığı ve görüntüsü muhteşem otomobile dünyadaki hiçbir firmanın motor vermediğini basından okumuşsunuzdur. Etox’un sahibinin bu konudaki sözleri çok manidardır: Türkiye’deki bütün üretici firmalar birer yabancı distribütörüdür. Göbek bağıyla her biri dışarıya bağımlıdır. Yerli üretimi istemezler.
Şimdi tutmuş Başbakan “yerli bir otomobil yapabilirsiniz” diyor ve ilk tepkiyi veren “emperyalizme karşı savaş veren” bir partinin, CHP’nin bir mensubu oluyor. Evet, Umut Oran Beyefendi “bu iş ciddi bir iştir, üretemeyiz” buyurmuşlar. Pekiyi Devrim neyin nesiydi? İranlı Samand’ı, Hintli Tata’yı nasıl üretiyor? Hayır bay Oran hayır, mesele Türkiye’nin sahipliği meselesidir. Sahipler isterse dağları bile yürütür.
Bay Oran açıklamalı: Üretme kabiliyetimiz mi yok, iznimiz mi yok, yoksa kendilerinin onayı mı yok!?
Acaba birileri “Anadolu sermayesi yeşil rengi ile bu işlere burnunu sokmaya kalkar; nemize lazım, müteyakkız bulunmalıyız!” diye mi düşünüyor.
Türkiye kuşatılmamış olsaydı, şimdiye kadar Devrim de, Kayseri ve Ankara’daki uçak projeleri de, Nuri Paşa’nın Sütlüce’deki askeri mühimmat ve silah üretimleri de devam edip günümüze ulaşmış ve teknolojilerini çok ilerletmiş olacaklardı.
İzin ver de araba yapalım ya sahip!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder