BİR TEK PARTİ POLİTİKACISININ PROPAGANDA KONUŞMALARI:
HİLMİ
URAN ÖRNEĞİ
Yard. Doç. Dr.
Fahri SAKAL*
Siyasilerin
seçim konuşmaları ve propagandaya yönelik vaatleri bazen gerçek sorunlara da
değinse bile çoğunlukla popülist nitelikli, aşırı ölçüde ve yapılabilir olmayan
görüşleri içermektedir. Bunlar Türk siyasi literatürüne “Kayseri’ye deniz
getirmek ve liman yapmak!” gibi konular üzerinde nüktedan fıkralara da zemin
hazırlamışlardır. Böyle bir siyaset ortamında yaşayan insanlar da politikacılar
tarafından kandırılmayı, kendi vergileriyle kendi oylarının satın alınmasını zamanla
kanıksıyor ve politika esnafına inancını yitiriyor. Ancak bunun tersi bir
politik tavır da yok mudur? Daha çok tek parti dönemlerinde gördüğümüz kurucu,
kurtarıcı ve totaliter özellikli partili politikacıların seçmenlerine hitap ve
vaat tarzları nasıldır. Tek parti dönemi politikacısı halka seçim meydanlarında,
iletişim araçlarında ve salonlarda neler
vaat eder? Klasik politikacı üslubu ile onlarınki herhangi bir konuda
farklılıklar gösterebilir mi?
Milli Şef
İsmet İnönü’nün devr-i iktidarında CHP’nin en önemli isimlerinden biri olan, dönemin
Genel Başkan Vekili Hilmi Uran, 1950 öncesinde kendi ifadesiyle “İki buçuk
seneye yakın bir zaman devam eden parti başkanlığında” sırasıyla Amasya,
Yozgat, Kastamonu, Malatya, Giresun, Tokat, Adana, Mersin, Urfa, Antep, Manisa,
İzmir vilayetlerini dolaşabilmiştir[1]. Gittiği
illerde halka hitaben konuşmalar da yapan Uran, bu on iki ilin dışında bir yerde,
en azından konuşmacı olarak bulunmamıştır[2]. Bu illerden Antep ve Urfa’da birer ve Ankara radyosunda
da bir konuşmasının metni ve Hatıraları’nda ileri sürdüğü seçime ve politikaya
yönelik fikirleri incelendiğinde, ülkenin durumunun tespiti, halkın dertleri,
ihtiyaçları, 27 yıllık CHP İktidarı’nın hesabının verilmesi, yapılanların halka
duyurulması, yapılamayanlara dair mazeret ve bahanelerin anlatılması, gelecek
dönemde memleket ve halk için yapılması planlanan işlerin sayılması vs. gibi
sözleri göremiyoruz. Bir büyük seçim öncesinde bir parti başkanının bu kadar az
yer dolaşması, halkının durumunu tespit ve düzeltme vaatleri yapmaması, tek
parti politikacılarının halka yaklaşımı açısından manidar bir örnek sayılmalı
mıdır? Ancak şunu da ifade etmeliyiz ki, o sırada CHP muazzam gücünü propaganda
için sonuna kadar kullanmıştır. Genel Başkan Vekili olarak Uran az gezmiş
olabilir; bakanlar, Başbakan olarak Günaltay ve Genel Başkan olarak
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de propaganda amaçlı yurt gezileri yapmışlardır.[3]
Gerçi, hiç çalışmasalar ve propaganda yapmasalar da, halkın kendilerini
seçeceğine, halkın onlara devleti kuran ve inkılapları yapan parti olarak minnettar
olması gerektiğine inanıyorlardı. Ama
yine de hem partililer, hem de basın, aydınlar ve Halkevi gibi kuruluşlar
aracılığıyla çalışmalarını seçimi kazanacaklarına olan inançlarının verdiği
rahatlıkla sürdürmüşlerdir. Bu inanç Uran’a halka bir şeyler vaat etmemek,
ülkeyi kalkındırmak için bir proje sunmamak şeklinde yansımıştır.
1949 da
Antep ve Urfa’da, 4 Mayıs 1950
tarihinde Ankara radyosunda halka hitaben yaptığı konuşmalar bu konuda bize
yeterli veriler sunmaktadır.[4]
Uran’ın bu şehirlerde konuşma yapacağı CHP Genel Sekreterliğinden bölge
teşkilatlarına telgrafla önceden bildirilip[5] halkın
ve partililerin hatibi dinlemeye gelmesi –getirilmesi için gereken hazırlıklar
yapılmıştır. İl teşkilatlarının önceden haberdar edilmesi siyasi gelenekte
alışılmış bir durumdur. Ancak tek parti döneminde devletin güç ve imkanlarının
kullanılması da mümkün olduğundan, daha görkemli mitinglerin yapılması
beklenebilir. Bu durumda dolan meydanlar ve coşan - coşturulan yığınlar
karşısında rakipsiz-muhalifsiz hatipler kendilerini kalabalıkların karşısında
bulunca, neler söylemez, halka neler vaat etmez?
Hilmi Uran her
iki şehirde ve radyoda da benzer içerikli konuşmalar yapmıştır. Urfa’da 4 Mayıs
1949 tarihinde üslubundan anlaşıldığına göre bir salonda partililere hitap
etmiştir. Antep konuşmasını ildeki “gezinti” sonrasında 7 Mayıs 1949 da
gerçekleştirilmiştir. Radyo konuşması ise Urfa’dakinden tam bir yıl sonra, 4
Mayıs 1950’de yapılmıştır.
Antep
konuşmasında “uzun zamandan beri” yapmakta olduğu yurt gezilerinde “vatandaş üzüntü ve ıstırabının giderilmesine
delalet edebilmek” ve Partiye “intisabı
olsun olmasın tekmil vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını Ankara’ya,” icradaki
arkadaşlarına “aziz bir emanet olarak” götüreceğini[6]
söyleyen konuşmacı, dinleyenlere, partiye ve onun hükümetine bağlılığından
dolayı teşekkür etmiştir: Urfa’da da “Bu
vefalı parti bağlılığının tam bir minneti altındayım.”diyerek söze başlamış
ve ayrıca partinin bir inkılap partisi olduğunu vurgulamıştır. “İnkılap Partisi için şahidi olduğum bu
vefakarlıktan pek mütehassis oldum” diye devam ederek Ankara’ya dönünce “burada muttali olduğum Urfalıların
ıstıraplarını gidermeye muvaffak olabilirsem bahtiyarlık duyacağım”
demiştir.[7] Görüldüğü
gibi vatandaşın üzüntü ve ıstırabının olduğunu fark eden ve onu itiraf eden bir
politikacı kimliği ile karşı karşıyayız.[8]
Uran,
konuşmasında çok partili hayatın partisine yaradığına da temas ederek, “çeşitli partiler rejiminin uyandırıcı
tesirlerinden hisse alanların başında partimiz gelmektedir” demiştir. Ona
göre partide dayanışma bu sayede artmıştır. “Partimizin, tek parti halinde çalışırken uyuşukluğu ve hareketsizliği
ne kadar tabii telakki edilirse, politika sahasında rakiplerle karşılaşınca
derhal canlı ve enerjik bir durum almış olmasını da zaruri görmek icap eder.”
Ona göre partiye bu dinamizm muhaliflerin “taşkın
ve isnatlı konuşma suretindeki menfi gayretleri” sayesinde gelmiştir.[9] Antep’de de muhalefete yüklenen Uran şöyle
konuşmuştur: “Gözlerimiz önünde her gün,
pervasız devam ettirilen ve hele bazen kinden aldığı hızla, memleketin
mukadderatına kadar her şeyi kötü ve karanlık göstermekte olan insafsız
telkinler, zehrini büyük vatandaş kitlelerinin sağduyusuna bir türlü
akıtamamaktadır…Çok defa ticari bir meta halinde bile satılan bu zehrin şimdiye
kadar vatandaş aklı selimini bir türlü yenemediği…ve yenemeyeceği”[10] gibi
yuvarlak ve muğlak eleştirileri “zehir”
ve “kin” gibi ifadelerle süslerken
muhalefetin hangi söz ve fiillerinden şikayetçi olduğunu anlatmamıştır. “Halkın ıstırabı” ve buna karşılık tek
parti döneminde partisinin “uyuşuk ve
hareketsiz” olduğu bizzat kendisi tarafından da dile getirilirken, bunları
muhalefetin söylemesine neden karşı çıktığını herhalde çok partili hayattaki
acemiliğine atfetmek doğru olacaktır.
Konuşmasının
devamında kendilerinin de parti ve hükümet olarak kusursuz olmadıklarını kabul
eden Uran, “hiçbir tenkit ve muahezeye
pay bırakmayacak surette her sahada büyük başarılar sağlamakta ve büyük halk
kitlelerine hiçbir şikayet konusu bırakmamakta” olduklarını iddia edecek
kadar başarılı olamadıklarını ve böyle bir iddiadan da uzak olduklarını şu
sözlerle ifade etmiştir[11]: “Biz kusur sayılan ve kusur sayılmayan
vasıflarımızla ortada duran insanlarız ve biz nihayet Parti olarak da, şimdiye
kadar yapabildiklerimizle ve yapamadıklarımızla …meydanda duran insanlarız.
İşin düğüm noktası bütün çıplaklığıyla şöyledir arkadaşlar: Muarızlarımız bizi
sadece kusurlarımızla görmekte ve halka bizi sadece kusurlu insanlar olarak
göstermeye çalışmaktadır. Onlar bizde rastladıkları iyi vasıflara nedense hem
sinirlenmekte; hem de onları halka duyurmaktan ihtimamla çekinmektedirler.[12] Halbuki büyük halk
kitleleri bütün bu menfi gayretler içinde de bizi, başardığımız ve
başaramadığımız işlerle birlikte mütalaa etmekte ve partimiz hakkında hükmünü
de öyle vermektedir. Biz muarızlarımızdan tenkitlerinde insaflı olmalarını ve
bizi olduğumuz gibi görmelerini ve göstermelerini istemiyoruz ve asla
beklemiyoruz. Biz o kadar saf değiliz ve onların, biz ne dersek diyelim, bizi
ve işlerimizi halka daima tek taraflı göstermekte devam edeceklerini biliyoruz.
Biz bu konuda halkımıza şükran borcumuzu açıklamak isteriz. Çünkü görüyoruz ki
artık halkımız, bu ulu orta muhalefet[13] tenkitlerinin sadece
iktidarı yıpratma hareketi olduğunu kavramış; bazen öğünerek, bazen acındırarak
yapılan tenkitlere de daima ölçüsüzlük ve mübalağa hakim olduğunu öğrenmiştir.”
Uran Demokrat
Parti’yi eleştirmenin yanı sıra, “Demokrat
Partiden silkilen bazı unsurların ötede beride tamamen gayza ve kine dayanan ve
onun için de daima aşırı vasıfta olan tenkitlerine” cevap vermeyeceğini,
bunların milletin sağduyusu ile muaraza halinde olduklarını da söylüyordu.[14] Anılarında
da benzer konulara temas eden bu usta politikacı, muhalefet tarafından “Hemen
her gün yurdun bir köşesinde mitingler yapılıyor, nutuklar irad ediliyor, emniyetsizlikler
izhar ediliyor”[15] diyerek partilerin meşru
muhalefetini bile hazmedemeyen bir tavır sergiliyordu.
Çok partili
hayata geçişin CHP’ye dinamizm kattığını yukarıda belirtmiştik. Bunun yanı sıra
konuşmacı, partinin yeni dönemde demokratlaşmaya başladığını da iddia etmiştir.
Partideki bütün görevlere gizli oylamalı seçimle gelindiğini, bütün teşkilat
kademelerine partililerin arzu ve iradelerinin hakim olduğunu söylemiştir. Ona
göre devlet idaresine hakim olan demokratik sistem parti bünyesinde de
uygulanmaktadır. Devlet idaresinde olduğu gibi parti idaresinde de seçilerek,
itimat kazanarak işbaşına gelinmektedir. Dolayısıyla partide bir tahakküm
durumu yoktur. Parti disiplinini sağlamak bahanesiyle kimsenin kanaatini
serbestçe söylemesi de engellenemez.[16]
Uran’ın bu bölümdeki fikirleri ve üslubu sanki partililere parti propagandası
yapar gibidir. Diğer bir tabirle parti içi sıkıntılara istinaden yapılan,
partideki idareci seçimleri ve benzeri uygulamalardan dolayı yükselen hoşnutsuzluğu
ve belki de partide yaşanacak muhtemel bir istifa ve çözülme furyasını
engelleme çabası gibi geliyor.
“Hep bildiğiniz gibi biz senelerden beri iç
idare sistemimizi tamamen halkın arzu ve iradesine bağlamış ve dayamış
bulunuyoruz. Bir inkılap partisi olarak Cumhuriyeti kuran Partimiz yurt
işlerinde tek parti halinde çalışır ve hizmet ederken şimdi artık mesaisini
rakip partilerin tenkit ve murakabesi altında devam ettirmektedir.” Bundan
önce iki dereceli seçimle yapılan milli hakimiyetin gereği olan seçimler,
bundan sonra tek dereceli sistemle yapılacaktır.[17] “İçine girdiğimiz ve gün geçtikçe halkımızın
olgunluğu sayesinde geliştiğini şükranla gördüğümüz çeşitli partiler rejiminde
iktidar ile muhalefet arasında” rekabet amaçlı söz ve fiiller elbette olacaktır.
Partiler muarızlarını küçük gösterecek ve kendilerinin daha ehil olduklarını
iddia edeceklerdir. Halk, partilerin bu farklı görüş ve düşüncelerini dinlemeli
ve ondan sonra kimi seçeceğine karar vermelidir[18].
Uran sorumlu bir devlet adamı ve demokrat aydın olarak partililerinin eğitimine
de katkı sağlamaya da çalışmaktaydı. “Ümit
ediyoruz ki gün geçtikçe ve halkımız taşkın hareketlere karşı rağbetini böyle
esirgedikçe bizde de tenkit ve murakabe yakında büsbütün makul bir mecraya
girecek ve artık bir yerde çeşitli partilerin vücudu orada sadece memleket
idaresi için beslenen makul fikir ayrılıklarına dayanarak küskünlüklerden,
ihtiraslardan ve şahsi iğbirarlardan hız almış gayretler; partiler camiasında
asla yer bulamayacaktır.”[19] Ona
göre demokrasi bir zihniyet ve kültür meselesidir ve halkımızı buna
hazırlamalıyız. Kaybeden partilerin bunu kabullenmesi ve yeni seçim için
hazırlıklara başlaması gerekiyor. Mağlubiyeti kabullenmek ve tahakküm
politikasını unutmak demokrasinin temel şartıdır. Çoğunluğu sağlamak için bazı
demokrasi dışı çarelere başvurmak da kabul edilemez.[20]
Bizde kamyonla seçim meydanlarına adam taşımak ve bu yolla propaganda yapmak
gibi alışkanlıklar da yanlış teamüllerdir.
En önemli
demokrasi kurallarından biri olarak seçim emniyetini gören Hilmi Uran, bunun
için temel şartın “gizli seçim” ve “aleni tasnif” olduğunu, medeni
milletlerde bu halin kabul edildiğini ve vatandaşın kimseden etkilenmeden oyunu
kullanması ve oyların dürüstçe sayılmasının gerekliliğini ısrarla anlatmıştır.
Seçim kanununun bunu garanti ettiğini söyleyen konuşmacı, muhalefetin seçim
güvenliği olmadığı bahanesiyle bazı yerlerde seçime girmemek gibi bir eğilim
taşıdığını, fakat hükümetin seçim emniyetini tam sağlayarak, onlara bu fırsatı
vermeyeceğini ifade etmiştir. Güvenli bir seçim için sadece kanunların ve kolluk
kuvvetlerinin doğru kullanılmasının da yeterli olmayacağını belirterek ancak “halk şuur ve teyakkuzunun kefaletinde”
seçim emniyetinin tam olarak sağlanabileceğini vurgulamıştır. Kaybedilen
seçimleri güvensiz diye ilan edip kazanılan seçimlerden sonra susmanın
demokratça bir tavır olmadığını ve bunların vatandaşı da düşman kamplara
böldüğünü itiraf etmiştir. Vatandaşın bunlara dikkat etmesini isteyen Uran, oy kullanmayı ve nasıl parti ve
fikriyat seçilmesi gerektiğini de kendi seçmenlerine anlatmaya çalışmıştır.
Güvenli bir şekilde yapılan seçimlerin sonuçları ne olursa olsun bütün
tarafların ve partilerin ona hürmet etmesinin demokrasi şartı oluğunu
anlatmıştır.[21] 1946 Seçimlerindeki
olayları kınayarak anlatan Uran şöyle demiştir: “Biz ihtirasın ve seçimlerde mutlaka ve her ne pahasına olursa olsun
kazanma zihniyetinin doğurduğu bu gibi düşmanlık havalarına geçirdiğimiz
seçimlerin çoğunda elemle ve ıstırapla şahit olduk…. İleri memleketlerde bu
sistem, hakkı tecelli ettiren bir sistem olarak yaşar; bizde de vatandaşlar
arasında kin ve gayız tohumları değil, sevgi ve iyi geçim havasını serpmelidir.
Bunun için de her şeyden evvel siyasi partilerde hakka hürmet terbiyesi başta
aranan bir vasıftır. Ben… bütün vatandaşlarımın karşılıklı halka hürmetkar
olmayı bilmelerini ve seçim
ihtiraslarına kapılarak aralarındaki kardaşlık münasebetlerini zedelememeye
dikkat etmelerini çok rica ederim.”[22]
Burada seçim öncesinde demokrasi ve çok partili sisteme yabancı bir halkın siyasi
farklılıkları şiddete baş vurarak çözmeye kalkışmasından endişe eden sorumlu
bir devlet adamı ile karşı karşıya bulunduğumuzu görüyoruz. En azından
kendilerinin de “açık oy gizli tasnif”
uygulamalarıyla eleştirildikleri geçen seçimden kalan hatıralardan dolayı,
kendi partililerine pek güvenemeyen ve onları ikaz etmeyi gerekli bulan bir
politikacı…
Ancak
muhalefeti eleştirirken aynı olgunluğu gösterebildiğini söyleyemeyeceğiz. CHP
politikacısı konuşmasında muhalefete yüklenirken, onların olağan propaganda
sözlerini haksız bir şekilde suçluyor. “Mutlaka
küfür etmek, mutlaka her şeyi kötülemek, milleti hep kendi tarafında göstererek
muarızlarına millet camiasında mütevazı bir yer bile ayırmak istememek; her
iddiayı mutlaka yirmi milyona destekletmek suretiyle kuvvetli söz söylediğini
sanmak ve nihayet kim nerede mısır bulamıyor; kim arpasına ne karıştırarak
yiyor, diye istismar için diyar diyar hoşnutsuz aramak …yolları umuyoruz ki
yakında geçer akçe olmaktan çıkacaktır
ve bunu da tamamıyla halkımızın olgunluğu temin edecektir.” “Asil milletimizin
ağır başlı karakterine yakışan da budur.”[23] Bu
paragraftaki şikayetler çok manidardır. Bunların üzerinde sosyolog ve psikolog takımı
biraz düşünmelidir. Öncelikle “küfür”
edildiği iddiasını geçmeliyiz. O dönemde demokrasi geleneği ve çok parti
kültürü yerleşmediği için küfürler karşılıklı olarak bütün taraflarca
yapılıyordu. Sarf edilen sözlerin çoğu da küfür değildi. Uran partililere ve
muhaliflere birbirlerine anlayışla yaklaşmaların söylüyor ama farkında olmadan
kendisi de karşı partilerin muhalefetini küfürle suçluyor. Hatta CHP tabanında
çok daha sert olan ve muhalefeti sindirecek devlet politikası güdülmesini
isteyen tavırlar[24] karşısında bizzat İnönü
ve Uran gibi devlet adamları tabanlarına yatıştırıcı konuşmalar yapmak
durumunda bile kaldıkları oluyordu.[25] “Mutlaka her şeyi kötülemek” ise yine
cevap vermeye veya değerlendirilmeye gerek görülmeyen bir laftır. Muhalefet
elbet kötüleyecektir. Muhalefetin “muarızlarına
(yani CHP’ye) millet camiasında mütevazı bir yer bırakmaması” ise komik bir
şikayet oluyor. Devletin bütün cihazlarına ve propaganda imkanlarına hakim
olan, zaman zaman öğretmenlerin bile Atatürk’ün partisine girmesini gerekli
görüp ona göre düzenlemeler yapan, okullarda Halk Evleri Kolları kuran, teftişlerde
esnafın bile partili olanını ve olmayanını tespit eden vs. vs. bir partinin
hatibi hâlâ millet camiasında mütevazı bir yer bulamadığını iddia ediyorsa bu
başka türlü değerlendirilmelidir. Evet, o dönemde millet nazarında mütevazı bir
yer arayan iktidar değil, muhalefettir. Ancak Uran’ın karşılaştığı zorluk
şuradadır: Yirmi yedi yıllık iktidardan sonra milletin karşısına çıkıp ne
söyleyeceksin? Yaptıklarını anlatacaksın. Yapamadıklarına bahaneler bulacaksın.
Uran bunları da yapmıyor. Antep ve Urfa gibi verimli ve halkı çalışkan illerde
“size şu yatırımları getirmeyi
düşünüyoruz” diye hiçbir vaatte dahi bulunmamıştır. Halbuki muhalefet bu
çeyrek asrın hesabını milletin önüne koyuyor. Millete hesap sorma yollarını
öğretiyor. Bu demokrasinin ona verdiği bir haktır. Ayrıca “bekara karı boşamak
kolaydır” fehvasınca muhalefet konuşuyor. İktidarın hatalarını da anlatıyor.
Vatandaş mısır bulamıyormuş, arpaya bir şeyler karıştırıyormuş. Bunu muhalefet
elbette söyleyecektir. Söylemezse itibar toplayamaz. “Asil Urfalılar ve Kahraman Antepliler” e yirmi yedi yılın sonunda
“karnınızı doyuracağız”, “yörenize şu ve bu hizmetleri veya kamu yatırımlarını
getireceğiz” istikametinde bir şey söylemezsen birileri söyler ve vatandaş da ona
inanır. Sen de bütün devlete, eğitime, bürokrasiye ve kitle iletişim araçlarına
hakim olduğun halde halka bir şey vaat edemediğin için “mütevazı” bir ölçüde
bile sesin çıkmıyor sanırsın. Aslında propaganda imkanların mütevazı değil çok
aşırıdır bile. Ancak vatandaşın karnı ekmeğe aç ve lafa toktur, onun için seni
dinlemiyor ve sen de sesin çıkmıyor sanıyorsun.
Muhalefetin
seçim güvenliğini bahane ederek seçime katılmamasının tartışılmasını da
eleştiren Uran, seçim yasasında eleştiri konusu olan bütün hususları, Demokrat
Parti idarecilerinin de görüşleri sorularak değiştirdiklerini, ancak onların
hem hâlâ görüş bildirmediklerini, hem de seçim güvenliği yok bahanesine
sığınarak seçime katılmamayı düşündüklerini şikayet etmiş, bütün seçim
emniyetini sağlayarak onların elinden bu seçim güvensizliği kozunu alacaklarını
söylemiştir. Bu noktada değişmesi gereken bir zihniyete temas ederek değişmesi
gerekenin kendileri değil “parti
mülahazalarıyla her ne pahasına olursa olsun seçime katılmama kararını daha
evvelden vermiş olanlardır” demiştir[26].
Tek parti
politikacısının temas ettiği diğer bir konu da “içeride birlik ve beraberliğin tam bir ahenk içinde yürümesini”
istemesidir.[27] İkinci Dünya Harbi bitmiş
ve silahlar susmuştur. “Artık sel gibi
insan kanı akmamakta, yeni yeni harabeler yaratılmamaktadır.” Ancak dünyaya
hakim olan “gönüllere ferahlık veren
tabii bir sükunet değil, henüz tatmin edilememiş ihtirasları her an coşturmağa
fırsat bekleyen ve hiç de emniyet telkin etmeyen bir sükunettir. “Doğu Avrupa
milletleri Rus nüfuzu ve esareti altındadır.” Ruslar çeşitli ülkelerde
kurdurdukları komünist partiler marifetiyle ülkeleri karıştırmakta mesela “Yunanistan’da kardeşi kardeşe kırdırmaktadır.”
Bizim boğazlarımız üzerinden de Akdeniz’e inmeye çalışmaktadır. “Ne hazin bir tecellidir ki Rusya dışında
masum insanlar komünizmden bir ideal umar.” Halbuki komünistlerin ve
Rusların amacı dünyayı “İslav hakimiyeti
altına almaktır.” Halkın ıstırap ve sefaletinden yararlanarak, onları “kendi yurtlarında, kendi idarelerine karşı
ayaklandırmak için komünistlerin dünyaya vaat ettiği komünizm cennetinin hakiki
durumunu bizzat Rusya’da görmek imkanı olsa, beşerin bugünkü ıstırabına derhal manevi bir çözüm bulunurdu. Fakat Ruslar, bu komünist
cenneti demirperdelerle sıkı sıkı örterek kimseye bir şey göstermeye cesaret edemiyorlar.
Böylece o cennete nasılsa düşmüş olan bedbahtların ah u eninini de boğuyorlar.”
Bundan sonra
lafı Türk Rus ilişkilerine getiren konuşmacı, Rusların bizden toprak ve
boğazlardan üs talebini dile getirerek,[28]
bizim rejimimize hayran olan dünya ülkeleri olduğunu söylemiştir. Ona göre “Dost Amerika takdirkarlığı ise bizi harp
malzemesi yardımıyla mütemadiyen kuvvetlendirmeye” çalışmaktadır. Bu
durumda kalkınmaya fazla kaynak ayıramayacak olan Türkiye hudut bekçiliği için
güçlü bir ordu besleyecektir.[29]
Bundan sonra
Urfalıların kahramanlığından, Türk’ün yurt bütünlüğünden, birlik ve
beraberlikten bahsederek, “bir Urfalı
asaletini ruhunuzda ve kanınızda taşıdığınız için” gibi sözlerle seçmenleri
ve partilileri teşci’e yönelik sözlerle konuşmasını bitirmiştir.[30]
Aynı içerikli
konuşmaların Antep’de de sürdüğünü görüyoruz. Parti, kurultay kararları ve
değişmez parti ilkeleri gibi sözlerden sonra “Vatan sınırları içinde müşterek bir Türk milli hüviyeti, bizim
milliyetçiliğimizi; vatandaşlar arasında tam bir vicdan hürriyeti, bizim
laikliğimizi; bugünün garp medeniyeti zihniyetine samimi intibak, bizim
inkılapçılığımızı; geçmiş uzun durgunluk devrelerinin geriliğini tez elden
giderme gayretleri ve tedbirleri bizim devletçiliğimizi ifade eder.”
Sözleriyle fikirlerini özetlemiştir.[31] Bundan sonra okulda ders veren bir öğretmen
edasıyla partinin ilkelerini bir bir anlatan Uran, bazen çok basit seviyeli ve
içi boş laflar da etmiştir: “Partimizin
adı da Cumhuriyetçiliğimizle halkçılığımızı açıklar. Böyle ayrı ayrı istikametlerden
milletimizin itilasını ve yurdumuzun inkişafını sağlama yolunda birleşen Parti
gayretlerimiz bizim altı umdemizi
belirtir. Biz Partimizin bu altı umdesini, aynı zamanda Partimizin hüviyetini
de açıklayan altı okla remizlemiş bulunuyoruz. Ve altı oku da Partimizin banisi
Atatürk’ün aziz bir emaneti olarak kalbimizin üstünde taşıyoruz. Daha açık bir
ifade ile, umdelerimizin remzi olan altı oka kalbimiz üstünde yer vermekle, hem
aziz bir hatırayı ebedileştirmiş; hem de üzerimize aldığımız yurt davasının
kutsiyetine inanımızı belirtmiş oluruz.”[32]
Dikkatle okunursa görülecektir ki, bu son paragrafta halka aslında hiçbir şey
söylenmemiştir. Orada hazır bulunan dinleyenlerin bildiği şeyler, partimiz,
ilkelerimiz, umdelerimiz, yurt davasının kutsiyeti, altı oku sinemizde
taşıyoruz… Hep bilinen, devamlı tekrarlanan ve yeni bir şey getirmeyen yuvarlak
laflar. Bir seçim öncesinde halk, devletin bütün hücrelerine kadar nüfuz etmiş
güçlü bir iktidarın mensubu olarak Hilmi Uran’dan bölgeyi ve ülkeyi kalkındıracak
ciddi ve çağdaş müjdeler beklerdi. Bu beklentiler karşılanmayınca herhalde “garp
cephesinde yeni bir şey yok” diyerek ümidleri kırılmış halde hane-i
fakiranelerine avdet etmişlerdir.
Uran
milliyetçilik anlayışlarını tanımlarken de “geniş
vatandaş kitleleri arasında ve müşterek vatan sınırları içinde dil gibi, din
gibi, ırk gibi, kültür, ülkü, tarih gibi ve mukadderat gibi bütün ruhi ve tabii
bağları Türk milliyetçiliğimizin esası ve dayanağı diye kabul ederiz.”
İfadelerini kullanmıştır. Bu milliyetçiliğin, yurt bütünlüğünü ve iç tesanüdü
temine yönelik Kemalizm inkılabının millet anlayışına bağlı olduğunu ifade
etmiştir.[33]
Laikliği
vatandaşlara tanınan “geniş vicdan
hürriyeti” olarak tanımlayan Uran, bunun “vatandaşlık bağlarını kuvvetlendiren ve müşterek bir vatan sevgisini
yurt içinde hakim kılmaya çalışan”, “ana inkılap davamıza ve iç milli
tesanüdümüze” yarayan bir ilke olduğunu belirtmiştir. Laikliğin hakim
olduğu ülkelerde vatandaşa kanunların menetmediği ibadet ve ayini yapıyor diye
karışılmaz.[34] Burada klasik bir laiklik
tanımı yapıldıktan sonra “bunun din
gevşekliği ile, hele dinsizlikle hiçbir alakası” olmadığı, bilakis “dindarlığa hakiki hürmeti Türk inkılabının”
gösterdiği belirtilmiştir. “Mekteplerde
ihtiyari din dersleri okutma, imam-hatip yetiştirme kursları açma ve bir
ilahiyat fakültesi kurma… gibi son alınan kararlar ise bir taraftan ayrı bir
muallim tutarak çocuklarına din dersi verdirmekte ve bundan ıstırap çekmekte
olan vatandaşlara büyük kolaylıklar sağlamış; bir taraftan da artık layıkıyla
yetişmemekte ve yoklukları dinî bir sıkıntı uyandırmakta olduğu görülen din
meslek adamlarının yetişmesini temin etmiş bulunmaktadır. Bütün bunlar bizim
laiklik prensibimizi zedelemeksizin vatandaşlarımızın ruhi ve dini
ihtiyaçlarına cevap vermeyi hedef tutan kararlar olmuştur. Kanunun men etmediği
herhangi bir din ve mezhepte bulunduğu için hiçbir Türk vatandaşı kimsenin
muahezesine maruz kalmadan yurt içinde vicdan serbestisine mutlak surette mazhar
bulunduğu…ve bunların sıkı bir vatandaşlık tesanüdüne hizmet edeceğini kabul
ediyoruz”[35] ifadeleriyle sözlerini
sürdürmüştür. Tarihte dinî hislerin tahrik edilmesiyle bir çok kanlı olayların
cereyan ettiğini söyleyen konuşmacı, bu yollarla “bizim iç nizamımızı ve geçim
ahengimizi bozmak isteyecek bozguncu telkinlere iltifat” edilmemesini özellikle
belirtmiştir[36].
Türkiye ve
dünyadaki gelişmeleri nasıl gördüğünü şu sözlerle belirtmiştir: “İçeride bize üzüntü verecek mühim hiçbir
meselemiz yoktur; emniyet ve huzur kemalindedir. Dünya ağır şartları içinde biraz
bati de olsa ekonomik durumumuz normale gitmektedir. Vatandaşların kültür
standardı seri bir tempo ile muttasıl yükselmektedir” Ülkemiz için “itila ufukları da ümit verici haldedir.
Bilhassa kıymetli dostumuz Amerika’nın maddi manevi yardımları bütün kalkınma
sahalarımıza hayat vaat eder durumdadır. Ziraatımız, maden servetimiz, kömür
havzamız, enerji kaynaklarımız, tekmil kara ve deniz nakil şebekemiz bu
yardımdan hissesini almaktadır ve alacaktır. Hükümetimiz bütün milli
ihtiyaçlarımız üzerine el koymuş, dikkatini teksif etmiştir; vergi rejimimiz
ıslah yolundadır. Hükümet çalışma sistemimiz ıslah yolundadır. Memurlar
kanalından gelen büyük üzüntü giderilme yolundadır. Zirai kredi her ziraat
branşı için artırılma yolundadır. Topraksız vatandaşlara kendi toprağında
çalışma imkanlarının sağlanması hızlandırılma yolundadır. Orman ıstırabı
kaldırılma yolundadır”[37].
Buradaki “düzelme yolundadır” ların anlamı aslında hiçbir şeyin düzelmediğidir.
Zira politikacı esnafının çok basit bir düzenlemeyi bile büyük reformlar olarak
sunma istidadı ve temayülünde olduğu biliniyor. Üstelik Uran anılarında hiçbir
şeyin düzelmediğine dair bilgiler de vermiştir. Ancak onlar tabiatıyla seçmene
itiraf edilemezdi. 1945 Yılında Kars’a yaptığı bir gezi hakkında yazarken 1919
gezisinden itibaren geçen 26 yılda Kars’ta hemen hemen hiçbir şeyin
değişmediğini, “Kars kasaba olarak hemen
hemen bıraktığım gibi idi” sözleriyle anlatmıştır[38].
Gerçi anıların başka bir yerinde Kars’ta değişiklikler gördüğünü de itiraf
etmiş olduğunu belirtmeliyiz. Kendisine Halkevi’nde müsamere ve halk dansları
izletmişler. Bu konuda şu yorumu yapıyor:”Karsa
ilk gelişimde ve orayı terk edip çıkışımda Kars’ta böyle kadınlı erkekli
toplantılar yapılmazdı. Bu nezih toplantı lâyık Cumhuriyet idaresinin Karsa
kadar uzanmış medeni ve içtimai inkılabı eseri idi ve ben bu defa Erzurum’da da
Kars’ta da tek değişik hal olarak,
bu medeni ve içtimai hali bulmuştum.”[39]
Sonuç olarak 26 yılda Kars kasaba olarak hiç değişmemiş, ancak “lâyık
Cumhuriyet idaresi” oralarda “tek değişik hal olarak” insanlara
“kadınlı erkekli” toplantı ve dansları yerleştirebilmiştir.
Uran
konuşmasının sonunda “Gazi yurttaşlarım”
diye başlayarak, gerçek kalkınmanın halk ve hükümet çabalarının
birleştirilmesiyle olacağını ifade etmiş, fikir ayrılıklarının rejime bağlılığa
halel getirmemesini, yakın tarihte olduğu gibi birlik ve beraberlik içinde yeni
başarılara ve güzel günlere ulaşacağımızı söylemiştir.
Uran’ın ertesi
yıl yaptığı radyo konuşması da dikkate değer veriler sunmaktadır. Radyoda da
muhteva olarak oldukça kısır kalan bir durum söz konusu olmuştur. Özetle
-Seçim kanunu
ve takvimi hakkında bilgiler verilmiş;
-İki dereceli
seçime övgüler yapılmış: daha demokratik bir seçim olduğu ve gelişmiş ülkelerde
tercih edildiği vurgulanmış;
-Seçim güvenliğini
sağlama garantisi verilmiş;
-1946
Seçimlerinden itibaren geçen 4 yılda halkın demokrasi kültürünün geliştiği ve
şaibesiz bir seçim beklenildiği anlatılmış;
-İnkılap
prensiplerine bağlılık unutulmamış;
-Halkın
reylerine saygılı olunacağı ve sonuçlara sadık kalınacağı anlatılmıştır.
Ancak maddeler
haline getirdiğimiz bu konuşma metninde de halktan oy isteyen bir siyasi parti
hatibinin üslubu ve anlayışını görmek mümkün değildir. Vatandaşlara ne bir
kalkınma planı sunulmuş; ne de ekonomi, bayındırlık, temel haklar ve demokrasi
konusunda bir vaatte bulunmuştur.[40] Biz
konuşmaları muhtevadan yoksun bulunca bunun sebebini araştırırken bulduğumuz
sonuç bizi daha da şaşkınlığa itti. Bütün konuşmaları hazırlıklı olarak
yaptığını, memleketin tamamına hitab ettiğinin bilincinde olduğunu belirterek anılarında
şu ifadeleri yazmıştır:
“Benim Genel
Başkan Vekili iken yaptığım tekmil konuşmalarım, sadece fikre hitab eden
konuşmalar olmuştur.[41] Bir
parti şefi için bu belki bir kusurdur, fakat hakikat olduğu için söylemeye mecburum
ki, bu da benim mizacım icabıdır. Ben inandığım şeyleri, karşımdakilere telkin
edebilmek için onların heyecanına sığınmaya lüzum görmez ve onların hislerine
değil, mantıklarına hitab ederdim.” Yazının devamında muhalefet partilerinin
hükümet icraatlarını tenkit ettiğini, halkın sıkıntılarını işlediklerini,
iktidara gelirlerse yapacakları icraatların listelerini verdiklerini, bunların
normal olduğunu isabetli olarak aktaran Uran, iktidar partisi adına yapılan
konuşmalarda, böyle vaatlerin verilemeyeceğini ve daha çok hükümetin müdafaası
niteliğinde konuşmalar yapılacağını ifade etmiştir. Sadece halkın “dertlerini
ve şikayetlerini dinliyor, onların partiye bağlılıklarını sağlayacak münasip
konuşmalar yapıyordum”[42] sözleri
gayet tabiidir ki anlaşılmıyor. Muhalefet partileri gibi vaatlerde
bulunmayacaksın, ama kuru kuruya dert dinleyeceksin. Muhalefet için “gözünü
yumarak ulu orta halka yaptığı vaatler”[43]
suçlamasını yapacaksın. Sonra seçimi kaybedince milleti nankörlükle
suçlayacaksın!
SONUÇ
Bu konuşmalar
incelendiğinde, demokrasiye geçiş döneminin iktidar mensubu olarak bir
politikacının ülke yönetimi, çok partili hayat ve iktidar-muhalefet ilişkileri
gibi konulardaki görüşlerini halka hangi açılardan yansıttığını görüyoruz.
Bunları şöyle sınıflandırmak mümkündür.
1)Halka hiçbir
şey vaat edilmemiş, ancak boş yere ümit de verilmemiştir. Bölgenin problemleri
hiç gündeme getirilmemiş, genel konular ve yuvarlak ifadelerle yetinilmiştir.
Muhalefetin ekonomik sefaletten bahsetmesine kızarken, kendisi sefaletin
bulunduğunu inkar etmemiştir. Hatta ara sıra halkın acılarından söz etmiştir.
2)Her tek
partili gibi, “partimizin ilkeleri”, “inkılabımız”, “işlerimizin düzelme yolunda” olduğu, dünyanın bize hayran olduğu,
komünizmin ve Rusya’nın uğursuzluğu, Amerika’nın dostluğu gibi ideolojiye ve
konjonktüre endeksli işlerden bahsedilmiş; ancak diğer tek parti rejimlerinde
olduğu gibi egosantrik kalkınma teorilerinden dem vurulmamıştır.
3)Halkın
karşısına somut ve gerçekçi politik vaatlerle çıkılmadığı gibi, “Kayseri’ye
liman getirme” vaadini andıran siyasi yalanlara da tevessül edilmemiştir.
4)İç ve dış
düşmanlardan söz edilmiş, dinin siyasete alet edilmesinin yanlışlığı anlatılmış;
ancak tek parti döneminde din eğitiminin ihmal edilmesinin mahsurları da kabul
ve itiraf edilmiştir.
5)Milliyetçilik
tanımı yapılmış, Atatürk ilkelerine bağlılık vurgulanmış, Antep ve Urfa halkına
-ciddi vaatler yapılmadığı için olmalı- bol bol “kahraman”lık sıfatları ile hitap edilerek olay geçiştirilmiştir.
6)Bölgenin
etnik ve kültürel yapısıyla ilgili CHP Teftiş Raporlarında dile getirilen[44]
konulara burada temas edilmemiştir.
7)Muhalefetle
polemiklere girilmiş, özellikle seçim emniyetinin sağlandığı ve muhalefetin
seçimden kaçması için gerek kalmadığı vurgulanmıştır.
8)Yeri gelince
özeleştiri de yapılmış, siyaset ve ekonomide kusursuz olmadıklarını kabul
etmiş, ama bunların muhalefet tarafından dile getirilmesine tahammül edilemez
bir üslup kullanılarak karşılık verilmiştir. Kendilerinin hata ve sevaplarıyla
ortada olduklarını vatandaşın serbest iradesiyle reyini beğendiği partiye
vermesini istemiştir.
9)CHP’nin bir
inkılap partisi olduğunu ve ilkelerini savunmayı sürdüreceklerini bildirmiştir.
10)Çok partili
rejimin CHP’ye yaradığını ve dinamizm kazandırdığını anlatmıştır.
Hilmi Uran’ın iki
ildeki konuşmaları 1949 yılında, diğer bir ifadeyle 50 seçimleri öncesinde
yapılmıştır. Bu konuşmalarda bizzat kendisinin ifadesiyle “çeşitli partiler rejimi” konusunda acemilikler göze çarpmaktadır.
İktidar partisi mensubu olduğu halde devlet gücünü kullanarak bile olsa halka
hiçbir şey vaat edilmemiş, halkı ilgilendiren yurt ve bölge sorunlarına bir
çözüm getirme vaadinde bulunulmamıştır. Ne politikacı yalanı ne de yapılabilir
gerçek projeler söz konusu olmuştur. Dolayısıyla konuşmalar çok partili rejimle
karşılaştırılınca,
a) Halkı
kandırmaya yönelik yalanlar yoktur.
b) Halka
hizmet için kafa yormaya gerek duyulmamıştır. Bir siyasi rakipten, bir
muhaliften daha iyi olduklarını ispatlamak gibi bir endişeleri yoktur.
c) Daha önce
tek parti nutuklarında gördüğümüz halkın mutlaka kendilerine tabi olması
gereken bir varlık olduğu inancı terk edilmeye çalışılmakta ve halk
kendilerinin kılavuzluğu altında onlara sadık kaldığı sürece mutlu olacağı ve
ilerleyeceği, başkalarına inanırsa yanlış yapacağı, esarete ve
geriliği-gericiliğe düşeceği inancı dile getirilmemeye özen gösterilmektedir.
Bu görüşler yerine iki partinin fikirlerini halkın incelemesi ve hangisini
beğeniyorsa onu seçmesi isteniyor.
Bütün
bunlardan sonra şunu söyleyebiliyoruz: O ana kadar tek parti politikacıları
halka karşı vaatlerinde ondan oy isteyen bir kimlikle hareket etmiyorlardı. Bu
politikacı tipine göre, kendileri halkın kurtarıcısı ve kılavuzudur. Onlar
halka hiçbir şey vaat etmeye borçlu ve mecbur değillerdir. Halk onlara
borçludur. Ebediyen itaat etmek ve iradelerini “milli irade” sayıp boyun eğmek
durumundadır. İlk defa Uran’ın konuşmalarında bu zihniyet ve hitap tarzının
değişmeye başladığı görülüyor. Bu da çok partili hayatın bir artısı
sayılmalıdır. Ancak yine de halkın oy vermesini sağlayacak vaatler yerine “birlik beraberlik” vaazları
niteliğindeki konuşmalar, halkın oyunu nasıl olsa kendilerine vereceğini kabul
eden ve halka bunun için bir şey vaat etmeyi gereksiz bulan, ancak halkın uslu
durmasını sağlayacak araçlara ve tembihata önem veren bir politik yaklaşım
tarzının göstergesidir.
* OMÜ, Fen Ed.
Fak. Tarih Bölümü, Samsun.
[1] Hilmi URAN, (1886-1957)
CHP’li politikacı ve bakanlardandır. Bakz. Hilmi URAN, Hâtıralarım, Ankara, 1959, s.503-504.
[2] İsmet Paşa’nın bazı yurt
gezilerine maiyet ricali olarak iştirak ettiğini biliyoruz. Fahreddin Kerim
Gökay’ın “işte İstanbul, Paşam” diyerek yaklaşan siyasi hezimetten habersiz ve
mağrurane bir eda ile Taksi’deki kalabalığı gösterdiği geziye Uran da
katılmıştır. Bakz. Hatıralarım, s.561-564.
[3] İsmet İnönü’nün yayınlanan
günlüklerinde Paşa’nın ne kadar aktif olarak gezdiği ve halk üzerendeki muazzam
itibarını sonuna kadar kullandığının delillerini görmek mümkündür. Üstelik
burada yayıncıların yaptığı bir parantez içi yorumda CHP’nin çok yönlü politik
argüman ve tezlerle halkın karşısına çıktığı, DP’nin ise 1946’dan o yana yeni
bir söylem tarzı geliştirmediği iddia ediliyor. Bakz. İsmet İnönü, Defterler (1919-1973), 1.Cilt, YKY.,
İstanbul, 2001, s. 536.
[4] Radyo Seçim konuşmasının metni s. 567-568’
dedir.
[5] Başbakanlık Cumhuriyet
Arşivi, Cumhuriyet Halk Partisi Katalogu
(BCA,CHP K.) no: 490.01/ 227.895.4. 26 Nisan 1949 Tarihli telgraf.
[6] BCA, CHP K. 490.01//227.895.4.
Antep Konuşması, sayfa: 34.
[7] BCA, CHP K. 490.01/227.895.4. Urfa Konuşması,s. 23.
[8] Halbuki gerek Uran gerekse
diğer CHP’liler DP’liler tarafından dile getirilen halkın fakirliği veya diğer
dertleriyle ilgili propaganda amaçlı konuşmalarına “yıkıcı propaganda”, “yalan
sözler”, “tezvirat” gibi müsamahasız ifadelerle karşı çıkıyorlardı. Bu yazıda
bunun örnekleri görülecektir.
[9] Aynı belge, Urfa konuşması, s.24, Antep konuşması, s. 39, 47.
[10] Aynı belge, Antep konuşması, s.35.
[11] Aynı belge, Antep konuşması, s.35-36
[12] Buradaki son iki cümle
çok manidardır ve çok partili döneme yeni geçmiş bir ülke politikacısının
acemiliği söz konusudur. “Muhalefet bizi
halka hep kötü anlatıyor” diyor.
Muhalefet iktidarı övecek değil, elbette kusur arayacaktır.
[13] Bu “ulu orta muhalefet”
ifadesi, Uran’ın anılarında da vardır. Bakz. Hatıralarım, s. 576. Burada Tek Parti politikacısında hakim olan
psikoloji iyi tahlil edilmelidir. 1949
yılında “CHP’ye muhalefet edenlerin kanuna göre cezalandırılması” (Bakz BCA,CHP Katalogu
490.1/163.659.3.) uygulamaları
söz konusu oluyordu. Ama artık seçim kanununda yapılan düzenlemelerden sonra
İktidar, böyle “ulu orta” muhalefeti suçlayamaz olunca, “ulu orta muhalefet”
yapıyorlar diye DP’lileri suçluyordu. Ulu orta muhalefet ne demek ve niçin bu
tarz muhalefet suçlansın, herhalde açıklanması zordur.
[14] Antep Konuşması, s.37.
[15] Uran, Hatıralarım,s.541.
[16] Aynı belge, Urfa konuşması, s.25.
[17] Urfa konuşması, s. 26.
[18] Antep konuşması, s. 37.
Halbuki daha önceki sözlerinde muhalefet her şeyi kötü gösteriyor diye
suçluyordu.
[19] Antep Konuşması, s. 38.
[20]
Ancak parti tabanı ve küçük idareciler zümresi muhalefete karşı daha şahince
duygular besliyor ve iktidarın güç kullanarak muhalefeti ezmesini istiyordu.
Böyle talepler Bitlis, İzmir ve Üsküdar gibi yerlerden gelmiş, onlara cevap
veren Erzurum Milletvekili Cevat Dursunoğlu “demokrasi hayatında bu gibi
konuşma(k) ve yazmalara sık sık rastlayacağız.” Diyerek tabanın bunlara
alışması gerektiğini ifade etmiştir. Bak BCA
490.01 / 459.1884.3. İsmet Paşa’nın da aynı istikamette tabanı yatıştırıcı
çıkışı olmuştur. Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 11 Temmuz 1947
tarihinde halkımızı çok partili rejime alıştırmak, iki parti arasındaki
sürtüşmeleri önlemek ve muhalefete güvence vermek için radyodan bir konuşma
yapmış; bu konuşmanın metni bir Beyanname olarak 12 Temmuz tarihli gazetelerde
yayınlamıştı. Bak. İsmet İnönü, Defterler
(1919-1973) 1.Cilt, YKY, İst., 2001, s.467. Ancak Cumhurbaşkanının bu
konuşmada iki parti arasında tarafsız kalacağını ve muhalefetin devlet gücü
kullanılarak ezilmeyeceğini garanti etmesi CHP tabanını endişelendirmiştir.
Onlara göre Demokratlar bu karardan sonra şımaracaklardı. Paşa’nın “harp dışı”
kalmasını muhalifler “ilk cephe yarılışı” olarak değerlendirecekler, bu da CHP
tabanında “kötümser ve endişeli bir hava” oluşturacaktır diye değerlendiriyorlardı.
“İnönü hakikaten bizi bırakıyor mu?” En çok merak edilen ve sorulan sorudur.
“Bu durumda “üç yıl sonraki seçimde iktidarı kaybedeceğiz” diyen İzmir
Milletvekili Kamuran Örs, partinin başında kalıp kalmayacağını “Sayın Milli
Şefimizin ilan ve izahı”nı 11 Temmuz 1947 tarihli yazısıyla Parti Genel
Sekreterliği’nden istemiştir. Bak. BCA,
490.01/165.658.1. Üsküdar’dan gelen ses ise tam bir anti demokrasi şahikasıdır:
CHP Salacak Semt Ocağı Başkanı Orhan Ilgın şunları söylüyordu: “Kanunlarımızı haksız bulduklarından bahisle
memlekete isyan tohumları atan muhalifler, bünyelerinde kuvvet mevcut bulunan o
kanunlara itaat ettirilmelidirler. Kuvvetin mevcudiyetini hatırlamayan bu
efendilere kudret ve kuvvetimizin gösterilmesi zamanı gelmiştir. Unutmamalıyız
ki kuvvet küre-i arzda yalnız hakiki hukuk değil, meşru hukuktur da.” “Kuvvete
dayanan ve kuvvetini muhalefete en geniş manada hissettiren ve kendisine itaati
borçlu kılan ... parti hükümeti artık şımartıcı politikadan vaz geçmelidir.”
BCA, 490.01/ 163. 649. 3.
[21] Urfa konuşması, s. 27-29;
Antep konuşması, s. 43-44.
[22] Antep konuşması, s.
44-45.
[23] Antep konuşması, s. 38.
[24] CHP Üsküdar teşkilatının
bir alt birimi olan Salacak Semt Ocağı başkanının 20 numaralı dip nottaki konuşması buna örnektir:
[25] İsmet Paşa’nın seçim
konuşmalarında bunun örnekleri görülmektedir.
20. dip notta anlatılmış olan 12 Temmuz Beyannamesi de bu amaca yönelik
olarak irad edilmiştir.
[26] Antep konuşması, s. 46.
[27] Antep konuşması, s. 45;
Urfa konuşması, s. 30.
[28] Bu konuya anılarında da
yer ayırmıştır. Bakz. Hatıralar,
s.352-353, 424-425.
[29] Urfa konuşması, s. 30-31.
[30] Urfa konuşması, s. 32-33.
[31] Antep konuşması, s. 39.
[32] Antep konuşması, s. 40.
[33] Antep konuşması, s.
40-41.
[34] Tek parti döneminde
Boyabat’ta bir grup insan açıkta toplu halde izinsiz namaz kıldılar diye
haklarında soruşturma açıldığını biliyoruz. Bu konuda bak. B.C.A. 051. 4. 30. 25.
[35]
Hilmi Uran bu sözleriyle bir yanlışı düzeltmektedir. Türkiye’de günümüze kadar
bazı vatandaşlarımızda Demokrat Parti’nin laikliğe darbe vuracak icraatlar
yaptığı, mesela din eğitimini serbest bıraktığı kanısı yaygındır. Halbuki bu
dine dönüş ne DP’nin ne de CHP’nin eseridir. Demokrasinin sonucu ve gereği
olarak katı tek parti sistemindeki tavrınızı çok partili sisteme geçerken
yumuşatmak, halka taviz vermek zorunda kalıyorsunuz. Bilindiği ve bu konuşmada
görüldüğü üzere ilk tavizi de bizzat İsmet Paşa’nın CHP’si vermiş, en az onlar
kadar Atatürkçü ve laik olan Celal Bayar’ın DP’si de onların bu yolda takipçisi
olmuştur. Doğrusu da budur. Zira din tarih boyunca insanlığın keşfettiği en
etkin kitle eğitim ve iletişim aracıdır. Bu toplumca hissedildiği için ufukta
muhalefet belirince CHP din okulları açmaya başlamıştır. 25 Kasım 1948 de
ilkokullarda velilerin isteğine bağlı olarak din dersi okutulması kararı
çıkarılmıştır. 16 Şubat 1949 da ise din
dersi mecburi hale getirilmiştir. Aynı yıl 4 Haziran’da da Ankara İlahiyat
Fakültesi’nin kuruluş yasası çıktı.
[36] Antep konuşması, s.
41-42.
[37] Antep konuşması, s.
46-47.
[38] Hatıralarım, s. 425.
[39] Age., s. 426. Burada biraz da muziplik eseri hafızamızı zorlayarak
benzer başka bir olayı hatırladık: A. Slade, Michaud, ve Mac Farlane gibi
batılı gözlemcilerden derlediği bilgilere göre Tuncer Baykara’ nın tespiti:
Adamlar batı bilim ve edebiyatı henüz Türkiye’ye gelmediği Tanzimat Dönemi’nde
balo, içki, kumar ve dans Türkler arasında yayılıyor diye bunları medeniyet
göstergesi olarak sunmuşlar. “civilisation yolunda üç dev adım attılar:
Kadınlarla dansettiler, açık olarak içki içtiler ve kağıt oynadılar.” Bakz.
Tuncer Baykara, Osmanlılarda Medeniyet
Kavramı...İzmir 1992, s. 24-27. Ne hikmetse bizim müstağrib entellerimiz bu
konuya hiç itiraz etmediler. Neden etmedikleri Uran’ın tarzından belli değil
mi?
[40] H.Uran, Hatıralarım, s.567-568.
[41] “Fikre hitabeden konuşma”
ne demek, pek anlaşılmıyor. Bir ideolojiye, fikriyata dayalı mı demek istiyor,
yoksa mütefekkirane sözler mi diyor? Bu konuşmalar fikre hitap ediyorsa fikre
hitap etmeyen nasıl olur merak ediyoruz.
[42]Age, s.503-505.
[43] Age, s. 576.
[44] Partinin Umumi
Müfettişlik kurumu içerisinde yapılan teftişlerde tutulan raporlar yörenin
problemlerini daha ayrıntılı olarak göstermektedir. Bak BCA CHP Katalogu, 490. 01/ 273. 1095. 2; Cemil Koçak, Umumi Müfettişlikler(1927-1952),
İletişim Yay., İst., 2003. Burada muhtelif sayfalarda işimize yarayan bilgiler
bulunmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder